- Islam akaidi
- /
- 9.Akaid ve Kuran’ın İcazı
Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun. Sözünün eri ve dosdoğru olan Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’e salat ve selam olsun. Allahım senin bize öğrettiklerinden başka bir ilmimiz yoktur. Şüphesiz ki sen alim ve hakimsin. Allahım bize fayda verecek ilmi öğret, öğrendiklerimizden de faydalanabilmeyi nasip et. İlmimizi arttır, hakkı hak olarak göster ve ona itaat etmekle rızıklandır, batılı da batıl olarak göster, ondan sakınmakla bizi rızıklandır. Bizi, sözü işitip güzel bir şekilde itaat edenlerden eyle, rahmetinle bizi salih kullarınla beraber cennetine koy.
Hatırlatma Maksatlı Bir Giriş:
Değerli Kardeşlerim, Akaid ve Kuran’ın İcazı dersimizin dördüncüsünü yapmaktayız. Geçen dersimizde, ibadet kavramını geniş bir şekilde açıkladık, ibadetin nasıl gönüllülüğe dayanan bir itaat olduğunu, kalbî muhabbet ve marifet ile kişiyi nasıl ebedi mutluluğa ulaştırdığını, insanın bütün hayatını kapsadığını, her zaman ve her yerde, insanın her hareketinde etkili olduğunu inceledik. Yine namaz, oruç ve hac gibi simgesel ibadetlerden, doğruluk, güvenilirlik ve iffet gibi günlük ibadetlere değindik. Ardından kimliğe bağlı ibadetler olduğunu, zenginin, âlimin, hâkimin, kadının ve her türlü kimliğe sahip insanların belirli ibadetleri olduğunu, bunun dışında duruma göre, yani mesela kişinin, misafir ağırladığında, hastası olduğunda, imtihan arifesinde çocuğu olduğunda üzerine düşen ibadetler bulunduğunu, bunlara ilaveten bir de çağımıza ait ibadetlerimizin olduğunu, yani düşmanlarımız bizi fakirleştirmek istediğinde, yer altı zenginliklerimizi kullanmamız, topraklarımızı ıslah etmemiz, projeler üretmemiz gerektiğini ifade ettik. Son olarak bir ibadetin nasıl çağımıza göre, duruma ya da kimliğe göre bir ibadet olabileceğinden ve bu ibadetlerin aile hayatından başlayıp, uluslar arası ilişkilere kadar uzanan tafsilatlı bir yapısı olduğundan bahsettik.
Kulluk Görevinin Unsurları Ve Temel İlkeleri:
Şimdi yeni bir konuya geçiyoruz. Allah Teâlâ bizi O’na ibadet etmekle görevlendirmiş ve bize bu görev için bazı unsurlar bahşetmiştir. Peki, bu unsurlar nelerdir? Yani biz, ne ile O’na kulluk edeceğiz? Önceki oturumda şöyle demiştik: Bizim bildiğimiz bir evren ve kulluk ettiğimiz bir din vardır. İşte kulluk görevinin unsurlarından ilki budur. Allah’ın izniyle bu unsurlar ile ilgili çok ders yapacağız. Fakat bu derste tüm unsurlara kısaca değineceğiz. Ayrıntıları inşallah gelecek derslerimizde açıklayacağız.
İlk Unsur: Evren:
Dünyada iki kişinin üzerinde ihtilaf edemeyeceği bir şey vardır ki o, evrendir. Güneş güneştir, ay aydır, gece gecedir, gündüz gündüzdür, dağlar, denizler, göller, nehirler, balıklar, kuşlar, bitkiler, cansız varlıklar, madenler ile ona benzer maddeler ve tüm varlıklar, işte bunların hepsi evrendir. Evren Allah’ın varlığını ifade eden, O’nun birliğine ve eksiksizliğine işaret eden ilk unsurdur. Evren sessiz Kuran’dır, Arap veya Arap olmayan her insanın onu okuması mümkündür. İki kişinin ihtilaf edemeyeceği varlıktır evren, o, tüm insanların faydalandığı varlıktır. Bu yüzden de, imanın ilkelerinden en büyüğü işte bu kainattır. O, Allah’a işaret eder, evrende hâkime dalalet eden hikmetler vardır, rahim olana dalalet eden rahmetler vardır, yine düzenleyene işaret eden planlar, yaratıcıya işaret eden varlıklar, latif olana işaret eden lütuflar, en güzel olana işaret eden güzellikler bulunmaktadır. Evren, Allah’ın güzel isimleri ve yüce sıfatlarını ortaya koymaktadır ve o üzerinde ittifak edilen bir varlıktır. Herkes ona boyun eğer. İnanç açısından çok sıkıntılı olan çağlarda, fitne ve sapkınlığın kol gezdiği asırlarda bile kâinat ilk unsur olarak kalmaya devam etmiştir. İnsan ne kadar inatçı ve kibirli olursa olsun, akılları alan bu işaretlere nasıl itaat etmez? Işığı bizden yirmi milyar yıl uzaklıkta olan bir galaksiye nasıl boyun eğmez? Bu ışık bir saniyede, 300 000 km hızla yol kat ediyorsa, dakikada, bir saatte, bir günde, bir ayda, bir yılda ve yirmi milyar yılda ne kadar yol kat etmektedir? Nitekim Allah Teala şöyle buyurmuştur:
﴾ (وَفِي الْأَرْضِ آيَاتٌ لِلْمُوقِنِينَ (20 ﴿
“Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ayetler vardır.”
Su:
Su, bu derste de göreceğimiz gibi, ne bu şehrin, ne bu ülkenin, ne de yeryüzündeki bir insanın sırtını dönemeyeceği bir özelliğe sahiptir. O, diğer elementler gibi, ısındığında genleşir, dondurulduğunda da katılaşır. Aslında suyu dondurduğumuzda, 4 dereceye kadar küçülür, sonra durum şaşırtıcı bir şekilde tam tersine döner ve hacmi büyür. Hacmi büyüyünce de yoğunluğu azalır. Yoğunluğu azaldığında ise, suyun üzerinde yüzebilir hale gelir. Bu işlem denizleri donmaktan korur. Fakat eğer suyun katılaşması devam etseydi, yoğunluğu artardı, katılaşan buzlar, denizin derinliklerine dalardı. Denizler donduğu zaman, yağmurlar kesilir, bitkiler, hayvanlar ve insanlar ölürdü. İşte suyun en önemli özelliği budur.Kardeşlerim, kendisinden başka ilah olmayan Allah’a yemin ederim ki, bütün ömrümüzü, O’nun yeryüzü ve göklerde yarattıkları hakkında tefekkür ederek geçirebiliriz. O yüce ilah isyanı hak ediyor mu? Asıl sevgiyi hak etmiyor mu? Cennetini istemiyor musun? Cehenneminden korkmuyor musun? Öyleyse, bu dağları kim yerlerine oturttu? Kim o dağların zirvesinden, su kaynakları fışkırttı? Dağların zirvesinde, su kaynaklarının olmasının manası nedir? Çünkü dağların zirvelerinde yaşayan yabani hayvanlar için bir otlak alanı bu şekilde oluşur.
Endonezya’da on yedi bin ada bulunmaktadır ve her bir adada, adanın boyunda bir su kaynağı vardır. Adanın yağmuru bu su kaynağını beslemeye yetmemektedir. Bu yüzden de bol yağmur alan, su açısından zenginlemiş büyük bölgelerden su getirilir.
Peki, bu sistemi kim kurmuştur?
Allah’a yemin ederim kardeşlerim, yeryüzü ve gökyüzünde yaratılmış olan varlıklar hakkında düşündüğümüz zaman, Allah’ın yüceliği karşısında eziliriz. Evrenin tamamı, O’nun varlığını, birliğini, eskizsiz oluşunu anlatır. İnsan ise dedikoduda, itikadi çatışmalarda, sapkınlıklarda ve bitmeyen ihtilaflarda kaybolur. Evren ise ilk unsur olarak kalır ki bu evreni de yaratan tam anlamıyla eksiksiz olan yüce ilahtır. O, evreni yaratan ve Kuran’ı indirendir. Zira şöyle buyurmaktadır:
﴾ (فَلَا أُقْسِمُ بِمَوَاقِعِ النُّجُومِ (75) وَإِنَّهُ لَقَسَمٌ لَوْ تَعْلَمُونَ عَظِيمٌ (76) إِنَّهُ لَقُرْآنٌ كَرِيمٌ (77 ﴿
“Yıldızların yerlerine yemin ederim ki, -eğer bilirseniz, gerçekten bu, büyük bir yemindir-O, elbette değerli bir Kuran’dır.”
Kainat Hakkında Düşünmek İbadettir:
En büyük ibadetlerden biri, evren hakkında tefekkür etmek yani derinlemesine düşünmektir. Bu tefekkür Allah’a giden yoldur. Zira Allah’ın kevnî ayetleri, yaratılış ile ilgili ayetleri hakkında tefekkür etmek, Allah’a açılan tek kapıdır. Mekkî ayetlerin çoğu kevnî ayetler (evreni anlatan ayetler) ile başlar şöyle ki:
﴾ (وَالشَّمْسِ وَضُحَاهَا (1) وَالْقَمَرِ إِذَا تَلَاهَا (2) وَالنَّهَارِ إِذَا جَلَّاهَا (3) وَاللَّيْلِ إِذَا يَغْشَاهَا (4 ﴿
“Güneşe ve onun aydınlığına andolsun, Onu izlediğinde Ay’a andolsun, Onu ortaya çıkardığında gündüze andolsun, Onu bürüdüğünde geceye andolsun.”
﴾ (وَالْفَجْرِ (1) وَلَيَالٍ عَشْرٍ (2) وَالشَّفْعِ وَالْوَتْرِ (3) وَاللَّيْلِ إِذَا يَسْرِ (4) هَلْ فِي ذَلِكَ قَسَمٌ لِذِي حِجْرٍ (5 ﴿
“Tan yerinin ağarmasına andolsun, On geceye andolsun, Çifte ve teke andolsun, geçip giden geceye andolsun (ki, müşrikler azaba uğrayacaklardır). Şüphesiz bunlarda, akıl sahibi bir kimse için üzerine yemin edilmeye değer bir özellik vardır.”
Bizi açık bir emirle tefekküre davet eden çok ayet vardır. Şöyle ki;
﴾ (قُلِ انْظُرُوا مَاذَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ (101 ﴿
“De ki: “Göklerde ve yerde neler var, bir baksanıza.”
﴾ (فَلْيَنْظُرِ الْإِنْسَانُ مِمَّ خُلِقَ (5) خُلِقَ مِنْ مَاءٍ دَافِقٍ (6 ﴿
“Öyleyse insan neden yaratıldığına bir baksın. Fışkırıp çıkan bir sudan yaratıldı.”
﴾ (فَلْيَنْظُرِ الْإِنْسَانُ إِلَى طَعَامِهِ (24 ﴿
“Her şeyden önce insan, yediği yemeğine bir baksın!”
“Görmedi mi?” cümlesi ile başlayan o kadar çok ayet vardır ki.
Değerli kardeşlerim, Kuran’ı Kerim’deki kevnî ayetler (evrenle ilgili ayetler) bizim için bir usuldür, tefekkür etmemiz gereken konuların başında gelirler. Mesela suyu dağlarda muhafaza eden kimdir? Nitekim Allah Teala şöyle buyurur:
﴾ (وَمَا أَنْتُمْ لَهُ بِخَازِنِينَ (22 ﴿
“Onu toplayıp depolayan da siz değilsiniz.”
Evren konusunun üzerinde çok daha dikkatli, daha fazla durmamız gerekir. Ancak bu derste insana verilen kulluk görevinin unsurlarına hızlı bir şekilde değiniyoruz.
Evren ilk unsurdur, üzerinde ihtilaf edilemeyen bir gerçektir, Evren yeryüzünde yaşayan tüm insanların yaratılışına hayran kaldığı bir varlıktır. Bu yüzden de Allah, insana taşıması gereken bir emanet vermiştir.
Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
﴾ (إِنَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ عَلَى السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَنْ يَحْمِلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْإِنْسَانُ(72 ﴿
“Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi.”
İnsanın emaneti kabul ettiği gün Allah Celle Celaluhu, yeryüzü ve gökyüzündeki her şeyi onun emrine vermiştir. Çünkü sen beşersin, değerli bir varlıksın, en yüksek makamdasın. Kendini bilen, Rabbini de bilir. Çünkü sen insanoğlusun, yaratılmışların efendisisin, mükerrem kılınmış bir mahlûksun. Ancak bu mahlûk meleklerin üstüne de çıkabilir, hayvanlardan daha da aşağı inebilir. Meleklere akıl verilmiş, şehvet verilmemiştir, hayvana da şehvet verilmiş, akıl verilmemiştir. Ama insana ikisi de verilmiştir. Eğer insan aklını şehvetinin önüne geçirebilirse, işte o zaman meleklerden de üstün olabilir. Zira Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
﴾ (إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ أُولَئِكَ هُمْ خَيْرُ الْبَرِيَّةِ (7 ﴿
“Şüphesiz, iman edip, salih ameller işleyenler var ya; işte onlar yaratıkların en hayırlısıdırlar.”
Allah’ın tertemiz kıldığı hayırlı bir kuldur.
Düşünebiliyor musun, sen küçük bir cisimsin ve kocaman bir âlem sende toplanmış durmaktadır.
***
Biliyor musun, sen Rabbini hakkıyla bildiğin zaman, meleklerden de daha üstün olabilirsin?!
Kardeşlerim, Allah Teâlâ’nın kâinat ile ilgili ayetleri vardır ve bu ayetler hakkında mutlaka düşünmemiz gerekmektedir. Bir de yaratılışla ilgili ayetler vardır ki bunları görmemiz ve üzerinde düşünmemiz şarttır. Şu ayet bunu desteklemektedir:
﴾ (قُلْ سِيرُوا فِي الْأَرْضِ ثُمَّ انْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ (11 ﴿
De ki: “Yeryüzünde gezin dolaşın da (Peygamberleri) yalanlayanların sonu nasıl olmuş bir görün.”
Tek Umut İslamdır:
Rasulullah (s.a.v.) ve ashabının siperlerindeki düşmanları nerdeler? Tarihin çöplüğündeler. Peki, Rasulullah ile beraber olanlar nerde? İşte onlar en yüksek makamdadırlar. İslamın yok olmasını arzu edenler şimdi nerdeler? Binlerce İslam karşıtı zalimin hepsi öldü ama İslam hala ayaktadır. Yabancı bir bilim adamı şöyle diyor: “Bugün İslam âleminin, aradaki uçurumdan dolayı kısa vadede Batıya yetişebileceğine inanmıyorum. Ancak şuna kesinlikle inanıyorum ki, bütün dünya Müslümanların ayaklarına kapanacaktır. Bunun sebebi, Müslümanların güçlü olması değildir. Ama dünyanın kurtuluşu ancak İslam’dadır.”İslam dışında bütün düzenler, çamura battılar, hiçbirinin uygulanabilirliği ve bir değeri kalmadı. Ancak İslam, toplumunun sığınağında varlığını sürdürmektedir. Kardeşlerim, evren hakkında düşünün, Allah’ın yarattıklarına bir bakın, yaşanan olayların yoğunluğunu bir tasavvur edin. O cebbar, kin dolu Firavunun muazzam bir ordusu, ölümcül silahları ve derin bir kini vardı. Musa (a.s.)’ın ise kendisine itaat eden bir grup ümmeti vardı. Firavun ve ordusu bir anda kendilerini denizde buldular. Bir umutları kaldı mı? Hayır, sıfır umut! Zira Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
﴾ (قَالَ أَصْحَابُ مُوسَى إِنَّا لَمُدْرَكُونَ (61) قَالَ كَلَّا إِنَّ مَعِيَ رَبِّي سَيَهْدِينِ (62 ﴿
“Musa’nın arkadaşları, “Eyvah yakalandık” dediler. Mûsâ, “Hayır! Rabbim şüphesiz benimledir, bana yol gösterecektir” dedi.”
Ey kardeşlerim, Allah’a yemin ederim ki bu sözleri söylemekten asla yorulmayacağım. Allah sizin yanınızdayken, kim size zarar verebilir? Yeryüzünde size kim nimet verebilir? Allah Teala sizden razı değilse, kim sizin yanınızda olur?
Allah ile beraber ol, Allah’ı da yanında bulacaksın, her şeyi bırak, aç gözlülükten de sakın,
Allah’ın sana verdiğini kim alabilir, O’nun seni alıkoyduğu şeyi kim sana verebilir
***
﴾ (وَقَالَ اللَّهُ إِنِّي مَعَكُمْ لَئِنْ أَقَمْتُمُ الصَّلَاةَ وَآتَيْتُمُ الزَّكَاةَ وَآمَنْتُمْ بِرُسُلِي (12 ﴿
“Allah, şöyle demişti: “Sizinle beraberim. Andolsun eğer namazı kılar, zekâtı verir ve elçilerime inanır, onları desteklerseniz…”
O zaman, Musa (a.s.) denizi yardı ve kuru bir yol açtı. Şimdi bu kıssa kimedir? Ona mı, yoksa bize midir? Tabii ki de bizedir. Kuran Musa (a.s.)’dan sonra inmiştir. Dolayısıyla bize hitaptır. Asla ümitsizliğe kapılma, tamamen de rahatlama, tükenmişlik duygusundan sakın! Nitekim Allah Teala şöyle buyuruyor:
﴾ (وَلَا تَهِنُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَأَنْتُمُ الْأَعْلَوْنَ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ (139 ﴿
“Gevşemeyin, hüzünlenmeyin. Eğer (gerçekten) iman etmiş kimseler iseniz üstün olan sizlersiniz.”
Kevnî Ayetler ve Yaratılışla İlgili Ayetlerin İşaret Ettiği Doğru Tutum:
Öyleyse Evrenle ilgili ayetler hakkında tefekkür ediyor, yaratılışla ilgili ayetler hakkında kendimize ve âleme derinlemesine bakıp düşünüyor, Kuran ayetleri hakkında da aklımızı kullanıyor, derin düşünüyoruz. Tefekkür et, bak ve aklet, sonunda da Allah’ı tanı. O’nu bilirsen, her şeyi bilirsin. O’na ulaşırsan, her şeye ulaşırsın. O’nun rızasını kazanırsan, her şeyi kazanmış olursun. Bu yüzden şu sözleri hep tekrar etmeliyiz: Ya Rabbi Seni bulan neyi kaybeder? Hiç bir şey kaybetmez. Seni kaybeden neyi bulabilir? Hiç bir şey bulamaz. Mal, ev, araba ve her şey kalp atışına bağlıdır. Kalp durduğu zaman her şey biter. Zira Allah Teala şöyle buyurur:
﴾ (إِنَّ الْخَاسِرِينَ الَّذِينَ خَسِرُوا أَنْفُسَهُمْ وَأَهْلِيهِمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ (15 ﴿
“Şüphesiz hüsrana uğrayanlar, kıyamet gününde kendilerini ve ailelerini hüsrana sokanlardır.”
O zaman Evren ile ilgili ayetlerle tefekkür etmemiz, yaratılış ile ilgili ayetlerde derinlemesine düşünmemiz ve Kuran ayetleri hakkında akletmemiz, Allah’ı tanımamız için bir yoldur. Çünkü dinin aslı Allah’ı bilmektir. Hadiste şöyle buyruluyor:
(( ابن آدم، اطلبني تجدني، فإذا وجدتني وجدت كل شيء، وإن فتك فاتك كل شيء، وأنا أحب إليك من كل شيء ))
“Ey Adem oğlu, beni iste ki bulacaksın. Beni bulduğunda da her şeyi bulursun. Beni kaybettiğinde, her şeyi kaybedersin. Ben senin için her şeyden daha sevimliyim”
Evren bir unsurdur ve Kuran’da evrenden bahseden üç yüz tane ayet bulunmaktadır. Yani Kuran’ın altıda biri evrenden bahsetmektedir. İşte bu yüzden biz de, bu âlem hakkında düşünmeliyiz. Bu konuda esas kabul edilecek ayet şudur:
إِنَّ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَاخْتِلَافِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ لَآيَاتٍ لِأُولِي الْأَلْبَابِ (190) الَّذِينَ يَذْكُرُونَ ﴿
اللَّهَ قِيَاماً وَقُعُوداً وَعَلَى جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ رَبَّنَا
﴾ (191)مَا خَلَقْتَ هَذَا بَاطِلاً سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde selim akıl sahipleri için elbette ibretler vardır. Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. “Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru” derler.”
Yani ilk unsur kainattır. O, temel ilkedir. Yeryüzündeki hiçbir topluluk üzerinde ihtilaf edemez. Dünyadaki her hangi bir insan bu evreni okuyabilir, anlayabilir. Zira Allah Teala şöyle buyuruyor:
اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ (1) خَلَقَ الْإِنْسَانَ مِنْ عَلَقٍ (2) اقْرَأْ ﴿
﴾ (5) وَرَبُّكَ الْأَكْرَمُ (3) الَّذِي عَلَّمَ بِالْقَلَمِ (4) عَلَّمَ الْإِنْسَانَ مَا لَمْ يَعْلَمْ
“Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı “alak”dan yarattı. Oku! Senin Rabbin en cömert olandır. O, kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediğini öğretendir.”
İkinci Unsur: Akıl:
Allah Teala bize akıl vermiştir. Nitekim şöyle buyurur:
﴾ (وَالسَّمَاءَ رَفَعَهَا وَوَضَعَ الْمِيزَانَ (7 ﴿
“Göğü yükseltti ve ölçüyü koydu.”
Diyelim ki, bir insanın dünyada evinden başka hiç bir şeyi yok. Fakat evi çok değerli ve pahalı bir ev ve bu kişi evini döviz ile sattı. Bununla beraber bir cebinde sahte parayı tespit etmek için bir cihaz, diğer cebinde de sahte paralar var. Bu kişi de evini döviz ile satmıştır. Ama cebindeki makineyi kullanmamış, sahte para ile kandırılmış ve çok büyük bir kayba uğramıştır. Fakat bu kaybının sebebi, sahte para tespiti yapan makinesini kullanmamasıdır. Bu makineyi kullanmadığı için de, kendisine verilen paraların üzerindeki sahte rakamları da okuyamamıştır. Burada rakamlar din, sahte para makinesi ise akıldır. O zaman akıl, insana verilen kulluk görevinin ikinci unsurudur. Hatta akıl bu görevin temelidir.
Aklın İlkeleri: Nedensellik, Amaçlılık ve Çelişmezlik
Akıl, karışık bir cihazdır ve üç ilke üzerine bina edilmiştir. Bu ilkeler, nedensellik, amaçlılık ve çelişmezlik ilkeleridir. Yani sen akla sahip bir insansan, sebepsiz, amaçsız ve çelişkili şeyleri anlaman mümkün değildir. Bir insanın aynı zamanda hem Şam’da, hem de Halep’te olması aklen imkânsızdır. Burada ince bir nokta vardır ki, evren de sebeplere bağlı bir düzendir. Evrende sebepsiz, amaçsız ve çelişkili hiç bir şey yoktur. Çünkü insan aklı bu ilkeler üzerine bina edilmiştir. Öyleyse ikinci unsur akıldır.
Allah’ı Bilme Konusunda Aklın Rolü:
Aklın Görevi, Sahih Nakli (Vahyi) Onaylamak, Sonra da Anlamaktır:
Fakat Allah’ı bilme, tanıma konusunda aklın rolü nedir? Aklın iki görevi vardır. Dinin aslı nakildir yani tilavet olunan (okunan) vahiy, Kuran’ı Kerim ve gayri metluv (okunmayan) vahiy olan sünnettir. Dinin aslı Allah’ı bilmektir. Aklın nakil ile ilgili ilk görevi onun sıhhatini onaylamak, ikinci görevi de onu anlamaktır. Fakat dinde aslolan nakildir. Akıl asla naklin önüne geçemez. Akıl elli yıl önceki, içerisinde 7000 kitap, her başlıkta 40 bölüm, her bölümde 400 sayfa, her sayfada 80 satır, her satırda 35 kelime, her kelimede 5 harf, her harfte harekeden oluşan bir diski bile kavrayamaz. Akıl olaylarla bağlantı kurabilir. Fakat vahiy direk Allah’tandır. Bu yüzden aslolan vahiydir. Akıl ise vahyi desteklemek ve onu anlamak konusunda ikinci sıradaki kaynaktır.
Akıl Evrenin Kanunlarına Uygundur:
Konunun en güzel tarafı aklın, evrenin tüm kanunlarıyla uygun olmasıdır. Bu uyum olmadığı zaman aklın tek başına bir kıymeti kalmaz.
Evrendeki her şeyin bir sebebi ve amacı vardır. Evrendeki hiç bir şey çelişmez. Zira akıl da zaten sebepsiz bir şeyi anlayamaz.
Mesela, bir çift Lazkiye’ye doğru yolculuğa çıktı. Giderken ışıkları söndürdüler, kapıyı kilitlediler ve evin onlardan başka kimsede anahtarı yok. Haftalar sonra evlerine döndüklerinde, bir baktılar ki ışıklar açık. O zaman korkudan titremeye başlarlar.
Karı koca arasında akla uygun olmayan şöyle bir diyalog geçse; Adam eşine “Işıklar açık” dese, eşi de “o zaman kapat” dese, bu konuşma çok garip olur. Zira burada konu ışıkların kapatılması değildir. Burada asıl mevzu onlar yokken ışıkları kimin açtığıdır. Işıkların kendiliğinden açıldığını düşünmek aklen mümkün değildir. Dolayısıyla akıl insana verilen görevin aslıdır, Allah’ı tanımanın vesilesidir. Aklın ilkeleri, evrenin ilkelerine bağlıdır. Bunun için Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır.
﴾ (أَفَلَا يَعْقِلُونَ (68 ﴿
“Akletmezler mi?”
﴾ (أَفَلَا يَنْظُرُونَ (17 ﴿
“bakmıyorlar mı?”
﴾ (أَنَّى يُصْرَفُونَ (69 ﴿
“Nasıl da döndürülüyorlar?”
﴾ (مَا لَكُمْ كَيْفَ تَحْكُمُونَ (154 ﴿
“Neyiniz var? Nasıl hüküm veriyorsunuz”
Fakat – buraya dikkat edin- akıl tıpkı göz gibidir. Göz, en üst düzeyde görme yetkisine sahipken, ışık olmadığı zaman hiçbir kıymeti yoktur. İşte aklın da, vahiy olmadan hiçbir değeri yoktur. Göz ve ışık birbirlerini tamamlarken, akıl ve vahiy de birbirlerini tamamlamaktadırlar Yani göz için ışık neyse, akıl için de vahiy odur. Vahiy olmadan akıl doğruyu bulamaz. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur:
إِنَّهُ فَكَّرَ وَقَدَّرَ (18) فَقُتِلَ كَيْفَ قَدَّرَ (19) ثُمَّ قُتِلَ كَيْفَ قَدَّرَ (20) ثُمَّ ﴿
نَظَرَ (21) ثُمَّ عَبَسَ وَبَسَرَ (22) ثُمَّ أَدْبَرَ وَاسْتَكْبَرَ (23) فَقَالَ إِنْ هَذَا إِلَّا
سِحْرٌ يُؤْثَرُ (24) إِنْ هَذَا إِلَّا قَوْلُ الْبَشَرِ (25) سَأُصْلِيهِ سَقَرَ (26) وَمَا
﴾ (30)أَدْرَاكَ مَا سَقَرُ (27) لَا تُبْقِي وَلَا تَذَرُ (28) لَوَّاحَةٌ لِلْبَشَرِ (29) عَلَيْهَا تِسْعَةَ عَشَرَ
“Çünkü o, düşündü taşındı, ölçtü biçti. Kahrolası nasıl da ölçtü biçti! Yine kahrolası, nasıl ölçtü biçti! Sonra (Kur’an hakkında) derin derin düşündü. Sonra yüzünü ekşitti, kaşlarını çattı. Sonra arkasını döndü ve büyüklük taslayıp şöyle dedi: “Bu, ancak nakledile gelen bir sihirdir.” “Bu, ancak insan sözüdür.” Ben onu “Sekar”a (cehenneme) sokacağım. Sekar’ın ne olduğunu sen ne bileceksin? Geride bir şey koymaz, bırakmaz. Derileri kavurur. Üzerinde on dokuz (görevli melek) vardır.”
Akıl, vahye muhtaçtır. Aklın anlayamayacağı şeyi Allah Teala bildirmiş, vahyetmiştir. O zaman akıl, görevin temelidir, Allah’ı tanımaya götüren bir araçtır, ilk görevi vahyi tasdik etmek, ikinci görevi ise onu anlamaktır ve asla nakle hakim olamaz, onun önüne geçemez.
Üçüncü Unsur: Fıtrat:
İnsanın bir fıtratı vardır. Nitekim Allah Teala bununla ilgili şöyle buymaktadır:
﴾ (فَأَقِمْ وَجْهَكَ لِلدِّينِ حَنِيفاً فِطْرَةَ اللَّهِ الَّتِي فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَا (30 ﴿
“Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü dine çevir. Allah’ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata sımsıkı tutun.”
Fıtrat, Allah’ın Kanunuyla Uyumludur:
Psikolojik yapın tamamen Allah’ın kanununa, düzenine uygundur. Allah’ın emrettiği her şey, onu uyguladığın zaman sana hoş gelir. Türlerinin içinde en pahalı olan ama asfalt yol için tasarlanmış araba gibi. Eğer onu engebeli bir arazide kullanırsan, parçalarsın ve bu durumda o araç ihtiyacını gideremez. Çünkü o, asfalt yol için tasarlanmıştır. Sen, Allah’ın kanunları için tasarlanmış bir varlıksın. Eğer onları uygularsan, tükenmeyen bir mutluluk içinde yaşarsın. Allah sana dürüst olmanı emretmiştir. Dürüst bir insan olduğunda büyük bir rahatlık hissedersin, sana güvenilir olmanı emretmiştir, öyle olduğunda garip bir rahatlık içinde olursun, yine merhametli olmayı emretmiştir, çevrendeki varlıklara karşı merhametli olduğunda, çok rahat olursun. Öyleyse:
﴾ (فَأَقِمْ وَجْهَكَ لِلدِّينِ حَنِيفاً فِطْرَةَ اللَّهِ الَّتِي فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَا (30 ﴿
“Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü dine çevir. Allah’ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata sımsıkı tutun.”
İşte psikolojik olarak var olan bu özellik, fıtrattır. İslam, fıtrat dinidir. Allah’ın emrettiği her şey fıtrata uygundur, ona hoş gelir. Allah Teala fıtratına hoş gelmeyen şeyi kötü, fıtratına uygun olan şeyi iyi olarak isimlendirmiştir. Fıtratının asıl haliyle, sevmediği her şey kötü, sevdiği her şey de iyidir. İyi ve kötü, güzel ve çirkin kelimeleri dinde fıtrata uygun manada kullanılmıştır. Bu yüzden Allah Teala buyuruyor ki:
﴾ (وَنَفْسٍ وَمَا سَوَّاهَا (7) فَأَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوَاهَا (8 ﴿
“Nefse ve onu düzenleyene, Sonra da ona günahını ve takvasını ilham etmiş olana (and olsun ki).”
Bir şey yaptığında, birinin dikkatini çekip sana bunun doğru olduğunu söylemesine ihtiyacın yoktur. Bu olmasa bile sen hata yaptığını bilirsin. Affedersiniz hayvanlar bile bu fıtrata uygun davranırlar. Mesela kedi, bir parça et kaçırdığı zaman, onu uzak bir yerde yer. Ama o eti sen verirsen, o zaman senin önünde yer. Çünkü fıtraten bir eti çalarak, kaçırarak yemesinin hatalı bir davranış olduğunu hisseder. Tabi ki bu kedinin bu davranışından dolayı bir mükellefiyeti yoktur.
Evren, Akıl, Fıtrat…
Dördüncü Unsur: Şehvet, Arzu:
Şehvetin Bu Unsurlar Arasında Bulunmasının Önemi:
Allah Teala bize şehvet duygusu vermiştir. Bu duygu ile kadına, mala, güzelliğe, konfora, rahat bir eve, güzel bir arabaya meylederiz, sahip olmayı isteriz. İnsan, eksiksiz olanı, güzeli, kazancı sever, işte bu şehvettir. Allah Teâlâ bizlere şehveti ancak bazen sabır, bazen de şükür konusunda kendimizi geliştirmemiz için vermiştir. Şehvet, motor gibidir, akıl direksiyon, din de yol gibidir. Hayatta şehvetin gücü ile hareket edersin. Eğer şehvet, istekler, arzular olmasaydı, yeryüzünde ne bir ev, ne bir köprü, yol, iş yeri .okul, hastane göremezdin. Yeme içmeye, karşı cinse ihtiyacın olmasaydı, şu masa gibi olurdun ki masayı milyonlarca yıl bıraksan, olduğu gibi kalır, evlenmez, yemez, içmez. Yani insan o zaman cansız bir varlık gibi olurdu. Hareket etmezdi, hiçbir şey yapmazdı. Fakat Allah Teala sana şehvet, arzu verdi. Bu şehvetin gücüyle çarşıda gezersin, iş ararsın, evlenmek için gelir sağlamaya çalışırsın, evlenirsin, bu sefer çocuklarının eğitimi için gelir kaynağı sağlamaya çalışırsın. Ki Allah Teala peygamberleri de beşer yani insan olma vasfıyla nitelemiştir:
﴾ (يَأْكُلُ الطَّعَامَ وَيَمْشِي فِي الْأَسْوَاقِ (7 ﴿
“(Peygamber) yemek yer, çarşıda pazarda dolaşır.”
Onlar (peygamberler) yemek yemeye ihtiyaç hissederler, bunun için de çarşıda dolaşırlar. Bu bizim insan olarak doğamızdır. Yine bir ev almak için iş arasın veya kiralamak için, evlenmek, çocuk dünyaya getirmek için. Allah Teala bizlere arzular vermiş ve şöyle buyurmuştur:
زُيِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ مِنَ النِّسَاءِ وَالْبَنِينَ وَالْقَنَاطِيرِ الْمُقَنْطَرَةِ مِنَ الذَّهَبِ ﴿
﴾ (14)وَالْفِضَّةِ وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ وَالْأَنْعَامِ وَالْحَرْثِ ذَلِكَ مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا
“İnsanlara, "kadınlara, oğullara, kantar kantar biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, hayvanlara ve ekinlere olan sevgiden oluşan" şehvetleri (aşırı düşkünlükleri) güzel gösterildi. Bunlar, dünya hayatının menfaatleridir. Ve Allah, O'nun katındaki en güzel sığınaktır.”
Her Şehvetin, Arzunun Helal Yolla Elde Edilebilecek Şekli Mevcuttur:
Buraya çok dikkat edin: Her şehvetin, arzunun helal yolla, harama bulaşmadan elde edilebilecek şekli mevcuttur. Allah Teala sana mal sevgisi vermiştir. Ve bu malı elde etmek için sayısız meşru yol vardır. Tabi bunun yanında gayri meşru yollar da mevcuttur. Yani şehvetin 180 derecelik bir açısı vardır. Kişi mal arzusunu bu 180 derecelik alanda gerçekleştirebilme şansına sahiptir. Fakat bunun 90 derecelik kısmı meşru kazanç yolları, diğer 90 derecelik kısmı ise gayri meşru, caiz olmayan kazanç yollarını ifade etmektedir. Mümin ilk 90 derecelik kısımda kalmalı, yani meşru yolları tercih etmelidir. Kâfir ise, isterse çalışır, isterse çalar, dolandırır, aldatır, hile yapar, gasp eder. O zaman şehvetin açısı 180 derecedir. Ama mümin, sadece Allah Teâlâ’nın izin verdiği kısımda kalmalıdır. Zira Allah Teala şöyle buyurur:
﴾ (بَقِيَّةُ اللَّهِ خَيْرٌ لَكُمْ (86 ﴿
“Allah’ın bıraktığı helâl kazanç sizin için daha hayırlıdır.”
Kadın:
Senin beraber yaşadığın eşin ve kızların vardır. Yine annen, kız kardeşlerin, halaların, teyzelerin, yeğenlerin vardır. Bunlar sana helaldir. Ama sana helal olmayan kadınlarla iletişim kurman yasaktır. İşte bu şehvettir.
Mal:
Ticaretle uğraşırsın veya memuriyetin, serbest bir işin, çiftçiliğin, ticaretin, sanayin vardır. Ama hırsızlığın, gaspın, aldatman, dolandırman olamaz. Bu günahların hepsi haram yolla kazanç elde etmektir.
Dünyada Prestij Elde Etme:
Yine dünyada bir prestij elde etme hevesi de şehvet türlerindendir. Meşhur olmak, çocuklar ile övülmek prestijdir. Fakat sen ilim talep et, öğren, salih ameller işle ki, çocukların bunlarla övülsün.
Büyük İslam âlimlerinden biri, ameliyat olmak için İngiltere’ye gitti. İslam âleminin her köşesinden, sağlığı ile ilgili bilgi almak için, yüz binden fazla telefon ve mektup geldiğini söylüyorlar. Londra yayın organı bu durumu şaşkınlıkla karşıladı, çünkü bu doğal bir şey değildi. Bunun üzerine onunla görüşmek istediler. Röportaj yapan kişi, bu alime “Allah’ın sizi bu makama getirmesinin sebebi nedir?” diye sordu. O ne dedi sizce? Şu mükemmel cevabı verdi: “Çünkü ben Allah’a bağlıyım. Ki sizde müminseniz böyle olmalısınız.”
Öyleyse, dünyada itibar elde etmek ancak Allah’a itaatle mümkündür. Allah’ın yarattıklarına hizmet eden, ilim yaymaya çalışan, güzel ameller işleyen kişi buna erişir. Ancak insanlara eziyet eden, gayrı meşru yollarla para kazanan, lüks evler, arabalar, ilişkiler, oteller, seyahatler için Allah’a karşı gelenler ise onu elde etse de bu doğru bir yöntem olmayacaktır.
Vücudunu koruman için yemeğe, soyunu korumak için kadına, güzel hatırlanmaya ihtiyacın vardır. Ama bunu Allah’ın sana sunduğu doğru yollarla da elde edebilirsin, yanlış yollarla da. Yalnız Allah Teala her şehvetin, arzunun helal yolla elde edilebilecek bir yöntemini bizlere sunmuştur. Nitekim şöyle buyurmuştur:
﴾ (وَمَنْ أَضَلُّ مِمَّنَ اتَّبَعَ هَوَاهُ بِغَيْرِ هُدًى مِنَ اللَّهِ (50 ﴿
“ Kim, Allah’tan bir yol gösterme olmaksızın kendi nefsinin arzusuna uyandan daha sapıktır.”
Allah’ın yol göstermesi olmaksızın kendi hevasına uyan kimse için hiçbir çıkış yolu yoktur. Kişi evlendiğinde, düğün günü kornalar çalınır. Bundan utanmaya gerek var mıdır? Hayır yoktur. Çünkü bu meşru bir şeydir. Bu evlilik Allah’ın emrettiği bir ameldir ve asla utanılacak bir şey değildir. Bazen kişiler nişanlıyken nikâhlarını kıyarlar ve adam eşinin yanında saat ikiye kadar kalır. Buna kimse bir şey söyleyemez, çünkü o eşidir. Bu adam Allah’ın bahşettiği helal yolla bir evlilik gerçekleştirmiştir.
O zaman, Evren, Akıl, Fıtrat, Şehvet…
Beşinci Unsur: Tercih Şansı (Tercih Hürriyeti)
Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
﴾ (فَمَنْ شَاءَ فَلْيُؤْمِنْ وَمَنْ شَاءَ فَلْيَكْفُرْ (29 ﴿
“Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.”
﴾ (إِنَّا هَدَيْنَاهُ السَّبِيلَ إِمَّا شَاكِراً وَإِمَّا كَفُوراً (3 ﴿
“Şüphesiz biz onu (ömür boyu yürüyeceği) yola koyduk. O bu yolu ya şükrederek ya da nankörlük ederek kat eder.”
﴾ (وَلِكُلٍّ وِجْهَةٌ هُوَ مُوَلِّيهَا (148 ﴿
“Herkesin yöneldiği bir yön vardır.”
سَيَقُولُ الَّذِينَ أَشْرَكُوا لَوْ شَاءَ اللَّهُ مَا أَشْرَكْنَا وَلَا آبَاؤُنَا وَلَا حَرَّمْنَا مِنْ شَيْءٍ كَذَلِكَ كَذَّبَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ ﴿
﴾ (148)حَتَّى ذَاقُوا بَأْسَنَا قُلْ هَلْ عِنْدَكُمْ مِنْ عِلْمٍ فَتُخْرِجُوهُ لَنَا إِنْ تَتَّبِعُونَ إِلَّا الظَّنَّ وَإِنْ أَنْتُمْ إِلَّا تَخْرُصُونَ
“Allah’a ortak koşanlar diyecekler ki: “Eğer Allah dileseydi, biz de ortak koşmazdık, babalarımız da. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık.” Onlardan öncekiler de (peygamberlerini) böyle yalanlamışlardı da sonunda azabımızı tatmışlardı. De ki: “Sizin (iddialarınızı ispat edecek) bir bilginiz var mı ki onu bize gösteresiniz? Siz ancak kuruntuya uyuyorsunuz ve siz sadece yalan söylüyorsunuz.”
İnsan Muhayyerdir (Tercih Şansı Vardır):
Yukarıdaki, müşriklerin sözüdür. Allah bizi itaate zorlasaydı, sevabın bir anlamı kalmazdı, günaha zorlasaydı da cezanın manası kalmazdı. Eğer bizi boş bıraksaydı, O’na hesap vermeyecek olsaydık, bu onun kudretindeki acziyet, eksiklik olurdu. Allah Teala kullarına, tercih şansı bırakarak emirler vermiş, uyararak da yasaklar koymuştur, kolay olanı sunmuş, zor olanı sunmamış, kulları için hafif şeyleri tercih etmiştir.
İnsan muhayyerdir, tercih hakkına sahiptir. Bir an bile zorlandığını düşünürse, hata etmiş olur. Ancak insan sorumlu tutulmadığı şeylerde zorunlu, mecbur bırakılmıştır. Mesela erkek ya da kadın olmak konusunda. Kimse sana ne istediğini sordu mu? İstediklerini işaretleyeceğin bir kâğıt verdi mi? Hiçbirimiz anne ve babamızı seçme şansına sahip değiliz. Nerede ve ne zaman doğmak istediğimizi, Chicago’da mı, yoksa Şam’da mı dünyaya gelmek istediğimizi kimse sormadı. Bunların hepsi Allah’ın güç ve kudretindedir. Fakat âlimler şu konuda ittifak etmişlerdir ki, mecbur bırakıldığımız her şey, bizim iyiliğimiz, yararımız içindir. Bundan daha iyisini elde etme şansımız zaten yoktu. Kıyamet günü yaratılışının sırrı, erkek veya kadın olmanın, anne ve babanın neden onlar olduğu, neden orada ve o zamanda doğduğunun, güçlerinin, görüntünün, saygınlığının hikmeti sana bildirilecektir. Senin üzerine düşen şey, Allah’ın senin için en güzelini yaratmış olduğunu bilmektir. Mecbur olduğun konular böyledir. Fakat sorumlu tutulduğun alana gelirsek, orada işte tercih hakkına sahipsin. Sana namaz kılma emri verilmiştir. Ama bunu zorla yapmazsın. Zira Allah şöyle buyuru:
﴾ (يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِقِينَ (119 ﴿
“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun.”
Sen camiye gelirsin. Ama orada eğlence mekânları, internet kafeler, müstehcen işlerin yapıldığı mekânlar da vardır. Ama Allah sana doğru kullarla beraber olmayı emretmiştir. Artık tercih şansı sana kalmıştır. Zira Cenab-ı Hak şöyle buyurur:
﴾ (فَمَنْ شَاءَ فَلْيُؤْمِنْ وَمَنْ شَاءَ فَلْيَكْفُرْ (29 ﴿
“Dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin”
Mecbur olduğunu düşündüğün anda, mükâfat da, ceza da, sorumluluk da değerini kaybeder. Emanetin, cennet ve cehennemin bir anlamı kalmaz. Dünya bir görüntüden ibaret kalır.
Mesela memuriyet için bir yarışma düzenlense ve bu yarışa üç bin kişi başvursa, sen komiteleri toplasan, incelemeleri bitirsen, her türlü araştırmayı yapsan, sertifikaları düzenlesen, sonra bu görev için bir kişinin önceden belirlenmiş olduğu ortaya çıksa, yapılan yarışmanın bir anlamı kalmaz. Yani hayatta her şeye mecbur olduğunu düşünürsen, dinin değeri ortadan kalkar, cennet ve cehennem, mükâfat ve ceza, sorumluluk yükleme, bunların hepsi manasız olur. Hz. Ömer (r.a.)’a içki içen bir adam getirilmiş, O da cezanın uygulanmasını emretmişti. Ama adam şöyle demişti: “Müminlerin Emiri, benim içki içmem Allah’ın bana takdir ettiği kaderdir.” Bunun üzerine Hz. Ömer şöyle demişti: “Ona iki kez ceza uygulayın. Biri içki içtiği için, diğeri de Allah’a iftira attığı için. Yazıklar olsun sana. Allah’ın kaderi senin tercih hakkını elinden almaz.”
“Bu kaderdir” deme, “ben hata ettim” de “Allah bana hayırlı olanı emretti ama ben hata ettim!”
Yani tercih şansı, şehvet, fıtrat, akıl ve evren insana verilen görevin unsurlarıdır.
Altıncı Unsur: İslam Hukuku (Şeriat):
Sonuncu olarak din kaldı. Şöyle örnek verelim: Bir ülkede her mağazada tartı için ağırlıklar vardır, bir kilo, yarım kilo, çeyrek ukayye, yarım ukayye gibi… Bir adam bir ateş yaksa ve kurşunu, ağırlığı azaltmak için eritse, bu hileyi nasıl tespit ederiz? Tabii ki belediyede var olan standart ağırlık ölçülerine göre tespit ederiz. İşte din de bu standart ölçüler gibidir. Güzel, dinin güzel saydığı şeydir, çirkin de yine dine göredir. Ölçülerini, dinin ölçülerine göre ayarlaman gerekmektedir. Haram haramdır, kargaşa yasaktır, zina haramdır, kabul edilebilecek hiçbir tarafı yoktur. Fakat çağımızda kabul edilir hale gelmiştir. Bunun yaygın bir şey haline gelmesi, onu Allah katında meşru olma seviyesine asla getirmez.
O zaman şeriat, İslam Hukuku da görevin unsurlarından biridir. Hatta din esas unsurdur. Çünkü akıl yoldan çıkabilir ama din onu denetleyendir.
Sana bir problem vereyim ve çözümünü de söyleyeyim. Fakat sen yorulmadan cevap gelmiştir ve bu çözüm seni direk doğru cevaba yönlendirecektir. Eğer bu çözüm seni farklı bir cevaba götürürse sen hata yaptın demektir. Aynı şey din için de geçerlidir. O zaman ne yapmalıyız? Allah’a yemin ederim durumumuz çok zordur. Yeni bir çağda yaşıyoruz ve çağımız bilgi çağıdır, kadınlar toplumun yarısını oluşturmaktadır. Sen dinin karşıtı bir şey düşünüyorsan, bu senin hatandır. Zira kadınlar İslam’da çok değerlidir. Hatta kadına böylesine değer veren, hakkını veren İslam’dan başka bir din yoktur.
Rasulullah (s.a.v.) Mekke’yi fethettiğinde namaz kıldı ve Mekke’yi teslim aldı. Orada bir çok kişi Rasulullah (s.a.v.)’a evinde kalmasını teklif etti. Fakat O, Hz. Hatice’nin kabrinin yanında bir çadır kurulmasını istedi. Öyle de oldu. Ki bütün dünya bilmeliydi ki bu hanım sahabi bu zaferin bir ortağıdır. Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur:
﴾ (وَأْتَمِرُوا بَيْنَكُمْ بِمَعْرُوفٍ (6 ﴿
“Aranızda uygun bir şekilde anlaşın”
Aklın Yoldan Çıkması ve Fıtratın Aslından Şaşması Durumunda Kontrol Mekanizması:
Fesat, yani sapkınlık, adi olmak, fitne çıkarmak, kadın ve erkeğin yalnız kalması reddedilmiştir. O zaman, din hükümdür. Onun iyi saydığı şey iyidir. Akıl yoldan çıkabilir, fıtrat aslından şaşabilir. O zaman onları kontrol edecek olan mekanizma nedir? Tabi ki dindir. Din, belediyedeki standart ölçülerdir. Nerede bir ölçü problemi yaşanırsa, oraya gidilir. İşte bu şeriattır, hukuktur, dindir. Allah’a yemin ederim ki, O bize daha da fazla zaman ve amel nasip etmiştir. Sen birkaç günden ibaretsin. Her geçen gün, senden de bir parça götürmektedir.
Gelecek ders, inşallah bu unsurlar ile ilgili ayrıntılı bilgilere yer vereceğiz.