- Islam akaidi
- /
- 9.Akaid ve Kuran’ın İcazı
Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun. Sözünün eri ve dosdoğru olan Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’e salat ve selam olsun. Allahım senin bize öğrettiklerinden başka bir ilmimiz yoktur. Şüphesiz ki sen alim ve hakimsin. Allahım bize fayda verecek ilmi öğret, öğrendiklerimizden de faydalanabilmeyi nasip et. İlmimizi arttır, hakkı hak olarak göster ve ona itaat etmekle rızıklandır, batılı da batıl olarak göster, ondan sakınmakla bizi rızıklandır. Bizi, sözü işitip güzel bir şekilde itaat edenlerden eyle, rahmetinle bizi salih kullarınla beraber cennetine koy.
Değerli Kardeşlerim, bugün Akaid ve Kuran’ın İcazı derslerimizin beşincisini yapacağız.
Hatırlatma Maksatlı Bir Giriş:
Geçen dersimizde sizlere insanın mertebesi en yüksek olan varlık olduğunu, Allah’ın yüklediği emaneti kabul ettiğini ve Allah’ın da göklerin ve yeryüzünün nimetlerini onun emrine verdiğini, bununla beraber insanı da bundan sorumlu tuttuğunu ve bu sorumluluğun gerektirdiği bazı unsurları da bahşettiğini açıkladık. Geçtiğimiz derste, sözü geçen unsurların üzerinde özetle durduk, evrenden, akıldan, fıtrattan, şehvetten, insanın tercih hakkından ve amellerin kabı olan vakitten bahsettik. Bugün de bu unsurlara ayrıntılı bir şekilde değinmeye başlayacağız ve ilk üzerinde duracağımız konu evrendir.
Evren, Dinleri Farklı Da Olsa İki İnsanın Asla Üzerinde İhtilaf Edemeyeceği Bir Varlıktır:
Kardeşlerim, Bu konuyu sizlere ayrıntılı bir şekilde açıklamayı diliyorum. Evren, ilk sabit, temel ilkedir, güneşi, Müslüman-gayrimüslim, münafık, doğru yolda olan veya olmayan, laik ya da ateist hiç kimse inkâr edemez.
Güneşin varlığı açık bir şekilde ortadadır. Ve onda insanın boyun eğmesi gereken çok fazla hakikat mevcuttur, beş milyar yıldır yanmaktadır ve bilim adamlarına göre bir o kadar daha yanmaya devam edecektir, dünyadan bir milyon üç yüz bin kat daha büyüktür. Alevleri bir milyon km’yi aşan mesafeye ulaşmaktadır, yüzeyindeki sıcaklığı altı bin derece, çekirdeğindeki sıcaklığı ise yirmi milyon derecedir. Eğer dünya güneşe atılsa, bir saniye içinde buharlaşır.
İşte bu gerçeklere Müslüman veya gayri Müslim, ateist veya laik herkes boyun eğer. Dinde sabit olan en büyük şeyi merak ediyorsanız, işte o kainattır. Çünkü o Allah’ın büyüklüğüne işaret etmektedir, güzel isimlerinin tecellisidir, ona baktığımızda Allah’ın kudretini, rahmetini ve lütfunu görürüz. Bu yüzden, eğer insan tartışmalar içinde kaybolursa, ona en güzel cevap işte bu evrendir. Allah Teâlâ evreni, insanın emrine vermiş, onu öğretmiş ve onunla insanı ödüllendirmiştir. Yani evren temel ilkedir. Kim güneşi inkâr edebilir? Ayı, geceyi, gündüzü, yeri, dağları, vadileri, nehirleri, gölleri, denizleri, kuşları, balıkları ve bitkileri kim inkâr edebilir? Tabi bunlarla beraber insanın yaratıcısını nasıl inkâr edebilir? Eğer şu evrende bir gezi yapıp gelseniz, kalbiniz imanla dolar. Eğer tartışmalardan uzaklaşmak istiyorsanız, evrenin mucize oluşu size yeter. Zira evrende var olan her şey Allah’a dalalet etmektedir.
Her şeyde O’nun bir ve tek olduğunu gösteren bir delil vardır
***
Kardeşlerim, bu dersimizin konusu olan “Evren” kavramı, daha çok derslere ihtiyaç duymaktadır.
Allah’ı Evren İle Tanırız:
Kardeşlerim, Allah’ı evren ile tanırız. Bu yüzden Kuran’ı açalım ve Mekkî Surelere bir bakalım:
﴾ (وَالْفَجْرِ (1) وَلَيَالٍ عَشْرٍ (2 ﴿
“Tan yerinin ağarmasına andolsun, On geceye andolsun”
﴾ (وَالشَّمْسِ وَضُحَاهَا (1 ﴿
“Güneşe ve onun aydınlığına andolsun.”
﴾ وَاللَّيْلِ إِذَا يَغْشَاهَا ﴿
“Onu bürüdüğünde geceye andolsun”
﴾ قُلِ انْظُرُوا مَاذَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ﴿
“De ki: “Göklerde ve yerde neler var, bir baksanıza.”
﴾ فَلْيَنْظُرِ الْإِنْسَانُ إِلَى طَعَامِهِ ﴿
“Her şeyden önce insan, yediği yemeğine bir baksın!”
﴾ فَلْيَنْظُرِ الْإِنْسَانُ مِمَّ خُلِقَ ﴿
“Öyleyse insan neden yaratıldığına bir baksın.”
Mekke Döneminde inmiş bu sureler, Kevnî (evren ile ilgili) ayetlerle doludur. Çünkü Allah’ı tanımanın yolu, O’nun yeryüzü ve göklerde yarattıkları hakkında derinlemesine düşünmektir. Bunun delili yine şu ayette mevcuttur:
﴾ فَبِأَيِّ حَدِيثٍ بَعْدَهُ يُؤْمِنُونَ ﴿
“Peki, bundan sonra artık hangi söze inanacaklar?”
İmana giden yol, göklerde ve yeryüzündeki varlıklar hakkında tefekkür etmekten geçmektedir. Bu yüzden Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
إِنَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ عَلَى السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَنْ ﴿
﴾ (72) يَحْمِلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْإِنْسَانُ إِنَّهُ كَانَ ظَلُوماً جَهُولاً
“Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir.”
Emaneti yüklenmek zalimlik ve cahillik midir? Eğer onu taşıyabilirsek ve hakkını verebilirsek, tabi ki zalim ve cahil olmayız.
Kainat İnsanın Emrine Verilmiştir:
Evren, tanıtmak ve ödüllendirmek maksadıyla, insanın emrine verilmiştir. Bu çok önemlidir. Ey insan, önündeki her şey, bir bardak su, önündeki oğlun, eşin, yemeğin, şu dağ, gül ve her şey Allah’ı tanıtmak ve seni ödüllendirmek için emrine verilmiştir. Allah’ı güneş ve ay ile, gece ve gündüz ile, yıldızlar ve galaksilerle, burçlar ve kuyruklu yıldızlarla bilirsin, O’nu dağlar ve nehirlerle, denizler ve kuşlarla, önündeki yemekle, sana verilen evladınla tanırsın. Bir hücrenin nasıl döllenerek yeni bir hücre oluşturduğunu yakinen bilirsin. O hücre gelişerek bir insana dönüşür, konuşur, düşünür, gözleri, kulakları, burnu, iskeleti, kasları, derisi, sindirim organları, kalbi, sinirleri, boşaltım sistemi, böbrekleri ve tüyleri oluşur. İşte bunların hepsi Allah’a götüren birer delildir.
İnsanlar tartışmalar içinde boğulduğu zaman, tükenmezler çünkü tek çıkış yolları vardır, o da evrenin Allah’ın azametine, varlığına, birliğine, eksiksizliğine işaret etmesidir. Zira Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
﴾ قُلِ انْظُرُوا مَاذَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ﴿
“De ki: “Göklerde ve yerde neler var, bir baksanıza.””
Emir ve Yasakları Belirten Ayetler Karşısındaki Tutumumuz Ne Olmalıdır?
Kardeşlerim, umarım bu çok önemli ve ince konuları sizlere iyi bir şekilde izah edebilirim. İlk Dini kelam olan Kuran’ı okuduğunuz zaman, bir emir ayeti ile muhatap alındığınızda, ne yapmanız gerekir? Tabi ki de emre uymanız gerekir. Bu Kuran, evreni yaratan Allah’ın kelamıdır. Onu okuduğunuz zaman önemsemeden okuyup geçmeniz, her hangi bir tutum sergilememeniz imkânsızdır. Nitekim Cenab-ı Hak ayette şöyle emrettiği zaman:
﴾ قُلْ لِلْمُؤْمِنِينَ يَغُضُّوا مِنْ أَبْصَارِهِمْ ﴿
“Mümin erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar”
Yapmanız gereken şey nedir? Cevap: Tabi ki de emredilen şeyi uygulamaktır. Yine Allah Teala şöyle buyuruyor:
﴾ وَلَا يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضاً ﴿
“Birbirinizin gıybetini yapmayın”
Bu ayeti okuduğunuzda tutumunuz ne olmalıdır? Tabi ki de bu davranışı terk etmektir. Peki, cenneti ve oradaki nimetleri anlatan, cehennem ve azabından bahseden bir ayet okuduğunuzda nasıl bir tutum sergilemelisiniz? Tabi ki, ne kadar zor olursa olsun, cennete ulaşmak için çabalamalı, cehennemden de sakınmalısınız. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
فَأَمَّا مَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ بِيَمِينِهِ فَيَقُولُ هَاؤُمُ اقْرَءُوا كِتَابِيَهْ (19) إِنِّي ظَنَنْتُ أَنِّي مُلَاقٍ ﴿
حِسَابِيَهْ (20) فَهُوَ فِي عِيشَةٍ رَاضِيَةٍ (21) فِي جَنَّةٍ عَالِيَةٍ (22) قُطُوفُهَا
﴾ (24) دَانِيَةٌ (23) كُلُوا وَاشْرَبُوا هَنِيئاً بِمَا أَسْلَفْتُمْ فِي الْأَيَّامِ الْخَالِيَةِ
“İşte o vakit, kitabı kendisine sağından verilen kimse der ki: “Gelin, kitabımı okuyun! Çünkü ben, hesabımla karşılaşacağımı zaten biliyordum.” Artık o, hoşnut bir hayat içindedir. Yüksek bir cennettedir. Onun meyveleri sarkar (kolaylıkla devşirilebilir). (Onlara şöyle denir:) “Geçmiş günlerde yaptıklarınıza karşılık, afiyetle yiyin, için.”
وَأَمَّا مَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ بِشِمَالِهِ فَيَقُولُ يَا لَيْتَنِي لَمْ أُوتَ كِتَابِيَهْ (25) وَلَمْ أَدْرِ ﴿
مَا حِسَابِيَهْ (26) يَا لَيْتَهَا كَانَتِ الْقَاضِيَةَ (27) مَا أَغْنَى عَنِّي مَالِيَهْ (28) هَلَكَ
﴾ (31) عَنِّي سُلْطَانِيَهْ (29) خُذُوهُ فَغُلُّوهُ (30) ثُمَّ الْجَحِيمَ صَلُّوهُ
“Kitabı kendisine sol tarafından verilen ise şöyle der: “Keşke kitabım bana verilmeseydi. Hesabımın ne olduğunu da bilmeseydim. Keşke ölüm her şeyi bitirseydi. Malım bana hiçbir yarar sağlamadı. Saltanatım da yok olup gitti.” (Allah, şöyle der:) “Onu yakalayıp bağlayın. Sonra onu cehenneme atın.”
Yapmanız gereken şey nedir? Cennete ulaşmak için çabalamanız, cehennemden sakınmanızdır. Peki, önceki kavimlerin başına gelenler hakkındaki şu ayeti okuduğunuz da ne yapmalısınız:
قُلْ هُوَ الْقَادِرُ عَلَى أَنْ يَبْعَثَ عَلَيْكُمْ عَذَاباً مِنْ فَوْقِكُمْ أَوْ مِنْ ﴿
﴾ تَحْتِ أَرْجُلِكُمْ أَوْ يَلْبِسَكُمْ شِيَعاً وَيُذِيقَ بَعْضَكُمْ بَأْسَ بَعْضٍ
“De ki: “O, size üstünüzden (gökten) veya ayaklarınızın altından (yerden) bir azap göndermeye, ya da sizi grup grup birbirinize düşürmeğe ve kiminizin şiddetini kiminize tattırmaya gücü yetendir.”
İşte o zaman da yapmanız gereken de öğüt almaktır.
Evren İle İlgili Ayetler Karşısında Tutumumuz Ne Olmalıdır?
Sözün özeti şudur: Okuyup da, karşılığında bir tutum sergilemeyeceğimiz hiçbir ayet yoktur. Bin tane evren ile alakalı ayeti okuduğunuz zaman yapmanız gereken nedir? Bu ayetler hakkında tefekkür etmek, derinlemesine düşünmektir. O zaman, Kuran’ı okurken, evren ile ilgili bir ayete rastladığınızda, bilin ki bu ayet sizin Allah’ı tanımanız için bir vesiledir. Zira Allah Teala öyle bir varlık ki, gözler O’nu idrak edemez, bu imkansızdır. Nitekim şöyle buyurmaktadır:
قَالَ رَبِّ أَرِنِي أَنْظُرْ إِلَيْكَ قَالَ لَنْ تَرَانِي وَلَكِنِ انْظُرْ إِلَى الْجَبَلِ فَإِنِ اسْتَقَرَّ ﴿
﴾ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرَانِي فَلَمَّا تَجَلَّى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكّاً وَخَرَّ مُوسَى صَعِقاً
“(Musa), “Rabbim! Bana (kendini) göster, sana bakayım” dedi. Allah da, “Beni (dünyada) katiyen göremezsin. Fakat (şu) dağa bak, eğer o yerinde durursa sen de beni görebilirsin.” dedi. Rabbi, dağa tecelli edince onu darmadağın ediverdi. Musa da baygın düştü.”
Allah’ı dünyada iken görmemiz mümkün değildir, binlerce kez imkânsızdır. Fakat aklımızla O’na ulaşabiliriz. Evren, Allah’ı tanıtmak ve bizleri ödüllendirmek için emrimize verilmiştir.
Evrenin Allah’ı Tanıtmak ve Bizleri Ödüllendirmek İçin Emrine Verilmesi Karşısında İnsanın Tavrı:
Dikkat edin, birisi size son model, belleği yüksek, akıllı bir cep telefonu hediye etse, bu alet sizin için bir sekreter gibi olur. Sizi arayanın hangi saatte aradığını, ne mesaj yazdığını bildirir. Size bu telefonu birisi hediye etmiştir ve bu cihaz onun icadıdır. Bu durumda ne hissedersiniz? Bu telefonu size onu icat eden kişinin hediye etmesi durumunda iki duyguya kapılırsınız. Birincisi bu bilimsel icada hayranlık duyarsınız. İkincisi de, hediye eden kişiye şükran duyarsınız. İşte Allah Teâlâ da bize yeryüzü ve gökyüzünün tüm varlıklarını sunmuş, onları emrimize vermiştir. Bunlar ile Allah’ı tanımayı, O’na iman etmekle, O’nu yüceltmeyi de şükretmekle ifade ederiz. Dikkat edin, iman ettiğiniz ve şükrettiğiniz zaman yaratılış hedefinize de ulaşırsınız. Şimdi şu ayete bir kulak verelim:
﴾ مَا يَفْعَلُ اللَّهُ بِعَذَابِكُمْ إِنْ شَكَرْتُمْ وَآمَنْتُمْ ﴿
“Eğer şükreder ve iman ederseniz, Allah size niye azap etsin ki?”
Sadece iman etmek ve şükretmek ile hedefe ulaşırız. O zaman davranışlarımız nasıl olmalıdır? Diyelim ki bir kişinin böbrek yetmezliği var. Doktor bu kişinin böbrekleri için röntgen çekmiştir fakat cihazı bozuktur. Ama ondaki sonuca göre ameliyata karar verir ve iki hafta sonrasına gün verir. Bu doktor ameliyattan önce bir kez daha röntgen çekmeye karar verir ve bunu yapar. Bu sonuca göre de böbrekler çalışıyordur. Şimdi ameliyatı yine de yapar mı? Sadece bize emaneti yükleyen Rabbimize iman etmek, itaat etmek ve şükretmekle yaratılış gayemizi gerçekleştirmiş oluruz. Böylece tüm operasyonlar da durur. Dikkat edin:
﴾ مَا يَفْعَلُ اللَّهُ بِعَذَابِكُمْ إِنْ شَكَرْتُمْ وَآمَنْتُمْ ﴿
“Eğer şükreder ve iman ederseniz, Allah size niye azap etsin ki?”
Ebu Zer (r.a.) Rasulullah (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:
يَا عِبَادِي، إِنِّي حَرَّمْتُ الظُّلْمَ عَلَى نَفْسِي، وَجَعَلْتُهُ بَيْنَكُمْ مُحَرَّمًا، فَلَا تَظَالَمُوا، يَا عِبَادِي، كُلُّكُمْ ضَالٌّ إِلَّا مَنْ هَدَيْتُهُ، فَاسْتَهْدُونِي أَهْدِكُمْ، يَا عِبَادِي، كُلُّكُمْ جَائِعٌ إِلَّا مَنْ أَطْعَمْتُهُ، فَاسْتَطْعِمُونِي أُطْعِمْكُمْ، يَا عِبَادِي، كُلُّكُمْ عَارٍ إِلَّا مَنْ كَسَوْتُهُ، فَاسْتَكْسُونِي أَكْسُكُمْ، يَا عِبَادِي، إِنَّكُمْ تُخْطِئُونَ بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ، وَأَنَا أَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا، فَاسْتَغْفِرُونِي أَغْفِرْ لَكُمْ، يَا عِبَادِي، إِنَّكُمْ لَنْ تَبْلُغُوا ضَرِّي فَتَضُرُّونِي، وَلَنْ تَبْلُغُوا نَفْعِي فَتَنْفَعُونِي، يَا عِبَادِي، لَوْ أَنَّ أَوَّلَكُمْ وَآخِرَكُمْ، وَإِنْسَكُمْ وَجِنَّكُمْ، كَانُوا عَلَى أَتْقَى قَلْبِ رَجُلٍ وَاحِدٍ مِنْكُمْ مَا زَادَ ذَلِكَ فِي مُلْكِي شَيْئًا، يَا عِبَادِي، لَوْ أَنَّ أَوَّلَكُمْ وَآخِرَكُمْ، وَإِنْسَكُمْ وَجِنَّكُمْ، كَانُوا عَلَى أَفْجَرِ قَلْبِ رَجُلٍ وَاحِدٍ مَا نَقَصَ ذَلِكَ مِنْ مُلْكِي شَيْئًا، يَا عِبَادِي لَوْ أَنَّ أَوَّلَكُمْ وَآخِرَكُمْ، وَإِنْسَكُمْ وَجِنَّكُمْ قَامُوا فِي صَعِيدٍ وَاحِدٍ، فَسَأَلُونِي فَأَعْطَيْتُ كُلَّ إِنْسَانٍ مَسْأَلَتَهُ مَا نَقَصَ ذَلِكَ مِمَّا عِنْدِي إِلَّا كَمَا يَنْقُصُ الْمِخْيَطُ إِذَا أُدْخِلَ الْبَحْرَ، يَا عِبَادِي، إِنَّمَا هِيَ أَعْمَالُكُمْ أُحْصِيهَا لَكُمْ، ثُمَّ أُوَفِّيكُمْ إِيَّاهَا، فَمَنْ وَجَدَ خَيْرًا فَلْيَحْمَدْ اللَّهَ، وَمَنْ وَجَدَ غَيْرَ ذَلِكَ فَلَا يَلُومَنَّ إِلَّا نَفْسَهُ
“Ey kullarım! Şüphesiz ben zulmü kendime haram kıldım. Ve onu sizin aranızda da haram kıldım; o halde birbirinize zulmetmeyin. Ey kullarım! Benim hidayete erdirdiklerim dışında hepiniz dalalettesiniz(ne yapacağını bilmez durumdasınız); o halde benden hidayet isteyin ki sizi hidayete erdireyim. Ey kullarım! Benim yedirdiklerimin dışında hepiniz açsınız; o halde benden size yedirmemi isteyin ki size yedireyim. Ey kullarım! Benim giydirdiklerim dışında hepiniz çıplaksınız; o halde benden size giydirmemi isteyin ki size giydireyim. Ey kullarım! Şüphesiz siz gece-gündüz hata/günah işliyorsunuz, ben ise hepinizi(dilediğim kimseleri) bağışlarım; o halde sizi bağışlamamı talep edin ki sizi bağışlayayım. Ey kullarım! Şu bir gerçektir ki, siz asla bana ne zarar verebilirsiniz, ne de yarar verebilirsiniz. Ey kullarım! Eğer öncekileriniz, sonrakileriniz, insanlarınız ve cinleriniz, sizden en takva sahibi (Allah’ın emir ve yasaklarıma karşı en saygılı) bir adamın kalbi üzere olsalar, (bu tutumları) benim mülküme hiç bir şey katmaz/arttırmaz. Ey kullarım! Eğer öncekileriniz, sonrakileriniz, insanlarınız ve cinleriniz, sizden en fasık bir adamın kalbi üzere olsalar, (bu tutumları)benim mülkümden hiç bir şey eksiltmez.
Ey kullarım! Eğer öncekileriniz, sonrakileriniz, insanlarınız ve cinleriniz aynı yerde durup (hepsi aynı anda) benden isteseler, herkese istediğini veririm ve bu benim katımdakini noksanlaştırmaz; ancak iğnenin denize daldırıldığı zaman denizden noksanlaştırdığı kadardır. Ey kullarım! Bunlar ancak sizin amellerinizdir, ben onları yazıyorum, sonra size tam karşılığını vereceğim, kim bir hayır bulursa Allah’a hamdetsin, kim bundan başka bir şey bulursa, nefsinden başkasını kınamasın.”
Size derim ki, evren büyüklüğü, genişliği ve tüm özellikleri ile Allah Teala’nın varlığına, birliğine, eksiksizliğine, güzel isimleri ve yüce sıfatlarına işaret eder. Bu evren inancımızdaki ilk temel sabit unsurdur. İnsanlar bunu bilse de, bilmese de, bu konuda ihtilaf etseler de, paramparça olsalar da, birbirleriyle çarpışsalar da, bu değişmez bir gerçektir. Evren Allah’a dalalet eder. Nitekim Allah Teala da şöyle buyurmaktadır:
إِنَّ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَاخْتِلَافِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ لَآيَاتٍ لِأُولِي الْأَلْبَابِ (190) الَّذِينَ يَذْكُرُونَ اللَّهَ قِيَاماً وَقُعُوداً ﴿
﴾ (191) وَعَلَى جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هَذَا بَاطِلاً سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde selim akıl sahipleri için elbette ibretler vardır. Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. “Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru” derler.”
O, ilk unsurudur, bizim emrimize verilmiştir. Çünkü biz bu emaneti kabul ettik. Zira ayette şöyle buyruluyor:
﴾ إِنَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ عَلَى السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَنْ يَحْمِلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْإِنْسَانُ ﴿
“Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi.”
Çünkü biz emaneti yüklendik, mükâfatımız da evrenin, Allah’ı tanıma ve ödüllendirme maksadıyla emrimize verilmesi olmuştur. Allah’ı tanıma fiiline karşı tavrımız O’na iman etmek, ödüllendirilmemize karşı tavrımız ise şükretmektir. Eğer Allah’a itaat ederek iman edersek ve verdiği nimetlere şükredersek yaratılışımızdaki en büyük hedefe ulaşmış oluruz.
Allah’ın (Kendini) Tanıtma Amacıyla Evreni İnsanın Emrine Vermesi:
Şimdi bazı ayrıntılara gelelim; Allah’ın tanıtması ve ödüllendirmesi… Yani biz aydan faydalanırız ki o gökyüzündeki takvimdir. Saatler ve tarihler, ayın birinci günü, üçüncü, dördüncü günü, ondördü gibi kavramları onunla belirleriz. Zira Allah Teala da şöyle buyurmaktadır:
﴾ لِتَعْلَمُوا عَدَدَ السِّنِينَ وَالْحِسَابَ مَا خَلَقَ اللَّهُ ذَلِكَ إِلَّا بِالْحَقِّ يُفَصِّلُ الْآيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ ﴿
“Yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona menziller takdir edendir. Allah, bunları (boş yere değil) ancak gerçek ile (hikmeti gereğince) yaratmıştır. O, ayetlerini, bilen bir topluma ayrı ayrı açıklamaktadır.”
Takvimden faydalanırız ve o bizi Allah’a götüren bir delildir. Onun en büyük görevi nedir? Allah’ı tanıtmak en önemli ve büyük görevidir, ikinci olarak görevi de dünyada ondan faydalanmamızdır.
Batı, Evrenin İşlevsel Tarafını Kullanmaktadır:
Batı dünyası ayın ikinci derecedeki görevini mükemmel bir şekilde kullanmaktadır. Baştan ayağa bu nimetten faydalanmaktadır.
Müminlerin de ayın ilk vazifesi olan Allah’ı tanıtma görevinden faydalanması gerekmektedir.
Ancak bu, onların aydan diğer türlü faydalanmalarını, asla engellemez, ihmalkâr davranmalarını istemez. Dolayısıyla yarattığı varlığı iyi bir şekilde bilmek dünyanın imarı için, emirlerini bilmek de Allah’a itaat için gereklidir. Bu yüzden Müminlerin hem bu evrenin en önemli vazifesi olan Allah’ı tanıma görevini karşılamaları, hem de dünyada ondan faydalanmaları gerekmektedir. Fakat Allah’ın dininden sapanlar, ayın sadece ikinci işlevselliğini kullanmaktadırlar.
Açıklamak için şöyle bir örnek verelim; Çok fakir bir adam vardır ve onun geliri bir kaşık bal almaya dahi yetmemektedir, hayatında hiç bal tatmamıştır. Fakirdir ama öğrenmeye devam eder. Bal hakkında elinin altında bir kitap vardır. Onu okur ve gözleri yaşarır. Zira bal, insanlar için şifadır. Bu adam tam bir eczacı gibi olur, ayrıntılı bir şekilde kitabı okur, uzun uzun araştırır, faydalarını öğrenir. Ardından da Allah’a ona vermese de öğretmekle nimetlendirdiği için şükreder ve secde eder. Dikkat edin, kendisine bir kaşık bal verilmemiş olan bu fakir adam, balın yaratılmasındaki en büyük hedefe ulaşmıştır. Yani aslında bala doymuştur. Bal hakkında hiç düşünmemek, onun yaratılmasındaki en büyük hedefi gerçekleştirememektir.
Bazen insan yolda yürürken önüne bir gül dükkânı çıkar. Bu kişinin gül almaya gücü yoktur. İçeri girer, içerde çok zengin insanlar vardır ve gül almak onların hayatlarının bir parçasıdır. Her zaman gülleri vardır. Fakat fakirlerin böyle bir imkânı yoktur. Ancak maddi durumu yetersiz olan bir kişinin gül dükkânına uğraması, zambakları seyretmesi, renklerine bakması, kokularını içine çekmesi ve Allah’ı düşünmesi, işte çiçeğin yaratılmasındaki en büyük hedef budur.
Nimetin, Nimeti Verene Götürmesi Gerekmektedir:
Umarım insan, sadece yiyip içen, Rabbini bilmeyen bir hayvan gibi olmaz. Marifet, nimetin, nimet verene götürmesi ve bununla kalplerin huşu ile dolmasıdır.
Vallahi kardeşlerim, derler ki, çok yakın olmak bir perdedir. Sabah uyandığınızda hiçbir sıkıntınızın olmaması, çok büyük bir nimettir. Rasulullah (s.a.v.) şöyle söylerdi: “Benden sıkıntıyı gideren Allah’a hamdolsun.” Ya Rabbi hamd ancak sana aittir. Bana yemeğin lezzetini tattıran, başka bir şeye ihtiyaç kalmadan bana kuvvet veren ve dinç hissettiren, sıkıntımı gideren sensin. Bu yolların hepsi açıktır. Allah’ın verdiği nimetlerin kıymetini bilmediğiniz sürece, asla Allah’ın istediği gibi bir mümin olamayacaksınız.
Uykuya dalarsınız, bu büyük bir nimettir. Uyumaktan hoşlanırsınız, sinirleriniz yok olur, rahatlarsınız ve dünyadan uzaklaşırsınız. Böylece bütün yorgunluğunuz gider. Turp gibi uyanırsınız. Peki, uyandığınızda şöyle diyor musunuz: “Bizi öldürdükten sonra tekrar dirilten Allah’a hamdolsun. Dönüş ancak O’nadır.”
Marifet, nimete bakarak nimet verene ulaşan bir Mümin olmaktır. Dünyadaki tüm varlıklar nimet içerisindedirler, nimetlerden faydalanırlar fakat nimet vereni tanımazlar.
Şöyle düşünün, bir eve girdiniz ve orada çok lezzetli yemekler buldunuz. Deli gibi yediniz ve oradan çıktınız. Bu durumda sizi çağıran ev sahibine “teşekkürler, Allah sizi hayırla mükâfatlandırsın, yemekler çok lezzetliydi, bize çok fazla ikramda bulundunuz” demelisiniz. Bir insanın dünyadaki nimetlerden hayvanlar gibi faydalanması akla uygun mudur? Nimetten faydalanır, bununla birlikte kibirlenir, dine söver, insanları küçük görür, insanları arzularına alet eder. Böyle bir kişi insan olamaz, bu ancak bir hayvan olabilir. Öyleyse kıyamet günü insana lazım olacak şey ardır, utanma duygusudur ki o gün şöyle diyebilsin: “Ya Rabbi beni cehenneme göndermen, işlediğim günahların açıkça söylenmesinden daha iyidir”
İnsan açıkça cimrilik eder ama bu dünyada eş ile, çocuklar ile, güzel yiyecekler ile nimetlendirilmiştir, o ise namaz kılmaz, Allah’ı tanımaz, insanlara eziyet eder. İşte Allah bu insanların azaba karşı bu cesaretlerine ve sabırlarına şaşmakta ve şöyle buyurmaktadır:
﴾ فَمَا أَصْبَرَهُمْ عَلَى النَّارِ ﴿
“Onlar ateşe karşı ne kadar da dayanıklıdırlar(!)”
Nimetin insanı, nimet veren yaratıcıya ulaştırması gerekir. İnsan şükretmelidir. Yer ve doyar, Allah’a hamdetmelidir. Hz. Ömer (r.a.)’in Azerbaycan’dan gelmiş bir misafiri vardı. Hz. Ömer eşine, “Ey Ümmü Abdullah, yiyecek neyin vardır?” diye sordu. O da “Vallahi ekmek ve tuzdan başka bir şeyim yoktur.” deyince onları getirmesini söyledi, yediler, içtiler ve Hz. Ömer şöyle dedi: “Bizi yediren, doyuran, susuzluğumuzu gideren Allah’a hamdolsun.”
Günümüze bakınca, yemekten önce içecekler içiliyor. Sonra başlangıçlar, salatalar, aperatifler, çorba, ardandan ilk başlangıç, sonra ana yemek yeniyor, sonra pilav, sebzeler, ızgara etler, ardından meyveler, tatlılar geliyor. İnsan yiyor ve artık şişiyor.
Değerli kardeşlerim, asıl ve mühim mesele, nimet veren Rabbimizi bilmektir. Barınacağımız bir evimiz vardır. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyururdu: “Beni barındıran Allah’a hamdolsun” Zira evi olmayan o kadar çok insan var ki.
Evinizin anahtarı elinizdedir, içeri girersiniz, uyursunuz, banyo yaparsınız, yersiniz, eşiniz yanınızdadır, çocuklarınız vardır. Evin büyük veya küçük olması önemli değildir. Zira o zaten geçicidir. İnsanlara haber verilen ölüm ilanlarını okuyun. Evinin fiyatı yüz seksen milyondur ama sonunda küçük bir kapıdan kabre girer. Düşünün, toprağın içinde bir buçuk metreye bir metrelik bir alan.
Bir süre önce birisi vefat etti ve ben de cenaze törenindeydim. Vallahi gömüldüğü yer on santimetre çukurdan da daha dardı. Mezar kazanlar bu boşluklara gelmeyecek taşlar koydular ve toprakla doldurdular. Düşündüm ki, ölünün üzerine kilolarca toprak doldu ve bu adam sağlığında çok titiz ve eli yüzü düzgün biriydi. Hayat işte… Bu yüzden insan dünyadan ayrılmadan önce Allah’ı tanıdı mı? O’na şükretti mi? İşte o zaman hayatın bir değeri vardır ki Peygamber Efendimiz ufacık da olsa nimetin kıymetini bilirdi.
Çok önemli bir nokta kardeşlerim, hükümdar Harun Reşid’e sordular: “Ey Müminlerin Emiri şu bir bardak suyu sana ücretle verecek olsalar, onun için ne kadar ödersin?” hükümdar, “tüm servetimin yarısını” diye cevap verdi. “Peki, onu vücudundan çıkarman için ücret isteseler ne kadar verirsin?” diye sorduklarında, “diğer yarısını” dedi.
Yine, bir kral vefat etti, bu hikâyeyi derste anlatmıştım. Bu krala hastalığından kurtulması karşılığında, sarayda daktilocu olarak çalışması ve hükümdarlığı bırakması teklif edildi. Kraldı, daktilocu oldu ve Allah’a yemin ederim, o elim hastalığından kurtulmak için, bir an bile tereddüt etmedi, sarayda küçük bir görevde çalışmaya başladı. Böylece sıhhati yerine geldi, duyuları, organları, hareketleri düzeldi ve o amansız hastalıktan kurtuldu. Hep söylerim kardeşlerim,
(( مَنْ أَصْبَحَ مِنْكُمْ آمِنًا فِي سِرْبِهِ، مُعَافًى فِي جَسَدِهِ، عِنْدَهُ قُوتُ يَوْمِهِ فَكَأَنَّمَا حِيزَتْ لَهُ الدُّنْيَا ))
“Kendi kovuğunda güvende ve bedeni sağlıklı olan kimse, bir de günlük erzakı varsa, sanki dünyanın hazinelerine sahip demektir.”
Ey Kardeşlerim, bu dersteki en önemli nokta, Allah Teala’nın bu evreni kendisini tanıtmak ve bizi ödüllendirmek için emrimize vermesidir. Tanıtma vasfı karşısında tutumumuz, O’na iman etmek, ödüllendirme vasfı karşısında tutumumuz da şükretmek olmalıdır. İman ettiğiniz ve şükrettiğiniz zaman ise, var oluşumuzun hedefine ulaşmış olacaksınız. O zaman da her türlü sıkıntı, problem çözülecektir. Zira Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
﴾ وَمَا أَصَابَكُمْ مِنْ مُصِيبَةٍ فَبِمَا كَسَبَتْ أَيْدِيكُمْ وَيَعْفُو عَنْ كَثِيرٍ ﴿
“Başınıza her ne musibet gelirse, kendi yaptıklarınız yüzündendir. O, yine de çoğunu affeder.”
(( ما من عثرة، ولا اختلاج عرق، ولا خدش عود إلا بما قدمت أيديكم، وما يغفر الله أكثر ))
“Hiçbir günah, tökezleme veya bir diken batması yoktur ki, kendi ellerinizle yapmış olmayasınız. Ama Allah çoğunu affeder.”
إِنَّمَا هِيَ أَعْمَالُكُمْ أُحْصِيهَا لَكُمْ، ثُمَّ أُوَفِّيكُمْ إِيَّاهَا، فَمَنْ وَجَدَ ))
(( خَيْرًا فَلْيَحْمَدْ اللَّهَ، وَمَنْ وَجَدَ غَيْرَ ذَلِكَ فَلَا يَلُومَنَّ إِلَّا نَفْسَهُ
“Bunlar ancak sizin amelleriniz olup, sizin (hesabınıza) sayıyorum sonra da size karşılığını vereceğim. Dolayısıyla her kim bir hayır görürse Allah’a hamd etsin. Kim de bundan başkasını görürse ancak kendi nefsini kınasın”
Bilim ile Davet Konusunda Evren İle ilgili Gerçekleri Kullanmak gerekir:
Öyleyse, evren ilk unsurdur, insanlar ihtilaf etseler, paramparça olsalar da, bir birleriyle çarpışsalar da, tarafların her biri kendisinin haklı olduğunu düşünse de, bu evren temel ilkedir ve Müslüman, gayri Müslim, dahi olan, olmayan, ateist, laik, herkes bu gerçeğe boyun eğer. Dolayısıyla davetin başarılı olması ancak bilme dayanması ile mümkündür. Zira bilim karşısında tüm başlar eğilir.
Toplumda bilinmeyen her hangi bir konuyu gündeme getirin. Bütün dünya ayağa kalkar. Din hakkında bir konuyu gündeme getirin, mesela “faiz haramdır” deyin. “Bunu kim söyledi? Eğer faiz olmazsa mal donar kalır, gelişmez” derler. “Ama bu haramdır” derseniz, “burası özgür bir ülkedir” derler. Yani karşınızda birçok muhalif görürsünüz. Ama deseniz ki, “Güneş, dünyadan bir milyon üç yüz bin kat daha büyüktür. Dünya ve güneş arasında, yüz elli altı milyon km vardır. Akrep burcunda bir gezegen vardır ve ismi Akrep kalbidir. Genişliği de dünya ve güneş arasındaki mesafe kadardır.” Bu sözler makuldür, filozofluk taslamazlar ve susarlar. Sonunda da “Allah’tan başka ilah yoktur” deme noktasına gelirler.
Ben Allah’a davette evren ile ilgili herkesin boyun eğdiği işaretleri kullanmaktan daha güçlü bir yol bilmiyorum. Bu yüzden de evren, imanda en büyük unsurdur. Dolayısıyla Allah’ın emrettiği gibi evren hakkında tefekkür ettiğiniz zaman, kalbiniz imanla dolar.
Kuran Ayetleri, Evren ve Yaratılış İle İlgili Gerçekler Konusunda Tefekkür Mertebeleri:
Kardeşlerim, Allah Teala’nın evrenle ilgili, yaratılış ile ilgili işaretleri vardır.
Mesela volkanlar, depremler, yıldırımlar, su baskınları, fırtınalar, ılık hava, ılıman yağmurlar, hep Allah’ın evren ile ilgili işaretleridir. Yaratması ise yaratılış ile ilgili işaretidir. Allah Teâlâ’nın fiilleri ve kelamı ise Kuran ayetleridir. Eğer Allah’ı hakkıyla tanımak istiyorsanız, yapmanız gereken şey, evren ile ilgili işaretler hakkında tefekkür etmeniz, yaratılış ile ilgili işaretlerine bir bakmanız ve düşünmenizdir. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
﴾ (قُلْ سِيرُوا فِي الْأَرْضِ ثُمَّ انْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ (11 ﴿
“De ki: “Yeryüzünde gezin dolaşın da (Peygamberleri) yalanlayanların sonu nasıl olmuş bir görün.”
Allah’ı tanımak amacıyla Kuran ayetleri hakkında tedebbür etmek, evren ile ilgili alametler hakkında tefekkür etmek ve yaratılış ile ilgili işaretler hakkında düşünmek gerekmektedir. İşte Allah’ı tanımanın yolu budur. Fakat burada ince bir sıralamaya dikkat etmek gerekmektedir. Öce evren ile ilgili işaretlerden başlamak gerekir, ikinci olarak Kuran ayetlerini ele almalıyız ki kuran ayetleri bizi aydınlatır. Üçüncü aşama ise yaratılış ile ilgili işaretlere geçmeliyiz. Eğer buradan başlarsanız, burası mayın tarlasıdır. Orada günaha dalmış toplumlar, çok büyük günahlar görürsünüz. Acı ki ne acı. Bu insanlar bir de Müslüman’dır. Ve sizin Allah’ın buradaki hikmetini tam manasıyla anlamanız mümkün değildir. Bu ancak Allah’ın ilmi gibi bir ilme sahip olmakla mümkündür. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
إِنَّ فِرْعَوْنَ عَلَا فِي الْأَرْضِ وَجَعَلَ أَهْلَهَا شِيَعًا يَسْتَضْعِفُ طَائِفَةً مِنْهُمْ يُذَبِّحُ أَبْنَاءَهُمْ وَيَسْتَحْيِي ﴿
نِسَاءَهُمْ إِنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُفْسِدِينَ (4) وَنُرِيدُ أَنْ نَمُنَّ عَلَى الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا فِي الْأَرْضِ وَنَجْعَلَهُمْ أَئِمَّةً
﴾ (6)وَنَجْعَلَهُمُ الْوَارِثِينَ (5) وَنُمَكِّنَ لَهُمْ فِي الْأَرْضِ وَنُرِيَ فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَجُنُودَهُمَا مِنْهُمْ مَا كَانُوا يَحْذَرُونَ
“Şüphe yok ki, Firavun yeryüzünde (ülkesinde) büyüklük taslamış ve ora halkını sınıflara ayırmıştı. Onlardan bir kesimi eziyor, oğullarını boğazlıyor, kadınlarını ise sağ bırakıyordu. Şüphesiz o, bozgunculardandı. Biz ise, istiyorduk ki yeryüzünde ezilmekte olanlara lütufta bulunalım, onları önderler yapalım ve onları varisler kılalım. Yeryüzünde onları kudret sahibi kılalım ve onların eliyle Firavun’a, Hâmân’a ve ordularına, çekine geldikleri şeyleri gösterelim.”
Allah’ın hikmetini anlayabilmemiz için ancak olağanüstü bir durum olması gerekmektedir veya senin ilmin Allah’ın ilmi gibi olmalıdır. Bu yüzden de yaratılış ile ilgili işaretleri üçüncü aşamaya koymayı tercih ettim. Fakat yaratılan varlık hakkında düşünmek gayet açıktır. Tefekkür ne kadar artarsa, O’nun güzel isimleri ve yüce sıfatlarına olan yakini bilgi de artacaktır. Fiillerinin ise biraz beklemeye ihtiyacı vardır.
Mesela, bir öğretmenden harika bir ders dinliyorsun. Ama bu öğretmen bir çocuğa vurdu. Eğer sen küçük bir çocuksan, bu öğretmenin zalim olduğunu düşünürsün. Bu öğretmenin arkadaşıysan ve vurduğu çocuk onun oğluysa, bu çocuğun çok hatası vardı, o yüzden vurdu diye düşünürsün. Çünkü sen onun yakınısın ve davranışlarının hikmetini biliyorsun. Bu yüzden benim isteğim, kişinin önce yeryüzü ve göklerin varlıkları hakkında tefekkür etmekle başlaması, sonra Kuran hakkında derin bir düşünceye dalması, ardından Allah Teala’nın dünyada yarattıkları ile olan ilişkilerine bakmasıdır.
Mesela bir toplum içinde büyük bir sorun yaşıyorsanız, iç savaşın içindeyseniz, oradaki problemi anlamanız mümkündür.
Şöyle hatırlıyorum, bir seferinde yolda yürüyordum. Bir adam beni durdurdu ve şöyle dedi: “Bir adam işine gitse, dükkânını açsa, o sırada silah sesi duysa ve başını uzatsa. Bunun üzerine omurgasına kurşun isabet etse ve o anda felç olsa, burada kim suçludur?” Yine bir gün Şam çarşısında yürüyordum. Bir adam dükkânından çıktı ve önümü kesti “Sen bir hatipsin, çalışmak ibadet değil midir?” diye sordu. Ben de “evet” deyince “peki o adamın günahı neydi?” diye sordu. Ben de “bilmiyorum” dedim.
Vallahi kardeşlerim bundan yirmi gün sonra bir kardeşimiz benim yanımda yürüyor ve bir şeyler anlatıyordu ve şöyle dedi: “Bizim üst katımızda oturan, kardeşinin yetimlerinin evini gasp etmiş, kendi halinde bir komşumuz var. Yıllardır evi yetimlere vermeyi reddediyor. Fakat o ev yetimlerin ve gerçekten ona ihtiyaçları var. Bu sebeple bu adamı Şam Meydanındaki bir âlime şikayet ettiler. Bu âlim de onu çağırttı. Ama adam bunu şiddetle reddetti. Şuanda rahmetli olan bu alim ki kendisi aynı zamanda Kurra idi o adamı bıraktı ve yetimlerle konuştu. Ve yetimlere o adamın amcaları olduğunu, şikâyet etmelerinin kendilerine yakışmayacağını, O’nu Allah’a şikayet etmelerini söyledi.” Biz bunu konuşurken saat akşam dokuzdu. Sabah saat dokuzda az önce bahsettiğim olay yaşandı ve bu adam felç kaldı.
Hikâyenin ilk kısmının bir manası yoktu. Orada felç kalan kişi suçsuzdu. Çocuklarının rızkını çıkarmak için dükkânını açmaya gelmişti. Kurşun sesi duydu, başını uzattı, bir kurşun omurgasına isabet etti ve felç oldu.
Ben bu insanın başkasına ne yaptığını bilemem. Fakat işin diğer kısmını öğrendiğim zaman, olay açığa kavuştu.
Allah Teala’nın dünyada yarattığı, yaşattığı şeyleri tam anlamıyla anlamak o kadar kolay değildir. Bu yüzden teslim olmak gerekir. Allah istedi ve öyle oldu, istemedi, olmadı. Mutlaka burada bir hikmet vardır.
Bu yüzden kardeşlerim, bizim için evren ile ilgili işaretler, dünyada Allah’ın yarattığı olaylar ile ilgili alametler ve Kuran ayetleri vardır. Evren ile ilgili işaretler hakkında düşünmemiz şarttır ki bunun delili de şu ayettir:
إِنَّ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَاخْتِلَافِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ لَآيَاتٍ لِأُولِي الْأَلْبَابِ (190) الَّذِينَ يَذْكُرُونَ اللَّهَ قِيَاماً وَقُعُوداً ﴿
﴾ (191) وَعَلَى جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هَذَا بَاطِلاً سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde selim akıl sahipleri için elbette ibretler vardır. Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. “Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru” derler.”
﴾ (قُلْ سِيرُوا فِي الْأَرْضِ ثُمَّ انْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ (11 ﴿
“De ki: “Yeryüzünde gezin dolaşın da (Peygamberleri) yalanlayanların sonu nasıl olmuş bir görün.”
Bir kardeşimiz şöyle anlattı: “Ben avukatım ve bir davam vardı. Şahitler getirdiler, müvekkilimin getirdiği şahidi gösterdim fakat bu kişi bir yalancı şahitmiş. Yalan yere şahitlik yaptı ve mushafa el basarak yemin etti. Dava, elli milyon değerinde bir davaydı ve ancak yalancı şahit ile alınması mümkündü. Bu şahit elini Kuran’a koydu ve doğruyu söylediğine dair yemin etti. Fakat doğruyu söylemiyordu. Vallahi gözümün önünde elini kaldırdı, masanın kenarından tuttu ve yemin etti, ardından elini kaldırdı ve öylece kaldı. Hakim durumdan rahatsız oldu elini çekmesini istedi. Fakat o ölmüştü ve bu olay gözlerimin önünde gerçekleşti.” Allah Teala buyuruyor ki:
﴾ (قُلْ سِيرُوا فِي الْأَرْضِ ثُمَّ انْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ (11 ﴿
“De ki: “Yeryüzünde gezin dolaşın da (Peygamberleri) yalanlayanların sonu nasıl olmuş bir görün.”
Umarım bu fikir dikkatinizi çekmiştir. Son bölüme kadar manasız, karmakarışık, bin tane hikaye dinleyebilirsiniz. Ama sizin dikkatinizi çeken beş hikaye ilk bölümde bile durumu anlatmaya yeter. Allah’a yemin ederim ki, adaletinden dolayı O’na secde etmemiz şarttır. Fakat bizim sorunumuz her şeyi son dakikada dinliyoruz. Bunun da bir manası olmuyor. Rabbinizin adaletine, rahmetine teslim olun. Zira O, kimseye zulmetmez.
Değerli kardeşlerim, “Allah kimseye zulmedecek değildir” ayetindeki cümle, Arapça da kullanılan bir kalıptır. Adı da “Nefyu’ş-Şe’n” (Durumu olumsuz hale çevirmek) tir. Mesela birine “aç mısın?” diye sorduğunuzda, “hayır” dediği zaman, açlık durumunu olumsuzlamış olur. Eğer çok saygıdeğer bir insana “sen hırsız mısın?” diye sorduğunuzda, o kişi “hayır” demekle yetinmez, “hayır ben hırsızlık yapacak biri değilim” der. Yani bu onun tabiatına, yaşam tarzına, değerine tamamen aykırıdır. Bunu duyduğunda kesinlikle reddeder, şiddetle olumsuz cevap veririz. İşte ayetteki kalıp da bu şekildedir. “Allah zulmedecek değildir” Bu mümkün değildir, Allah’ın bir insana zulmetmesi binlerce kez imkânsızdır. Zira O şöyle buyurur:
﴾ لَا ظُلْمَ الْيَوْمَ ﴿
“Bugün asla zulüm yoktur.”
﴾ (فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْراً يَرَهُ (7) وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرّاً يَرَهُ (8 ﴿
“Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse, onun cezasını görecektir.”
﴾ فَمَا كَانَ اللَّهُ لِيَظْلِمَهُمْ ﴿
“Allah, onlara asla zulmediyor değildi.”
﴾ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ ﴿
“Hardal tanesi kadar bir ağırlık olsa, onu getiririz.”
Lübnan’da seksenli yıllarda çıkan Lübnan olayları esnasında bir kardeşimiz, Şam’a gitti ve orada yaşamaya başladı. Aracıyla yolda giderken kaza geçirdi ve o hatalıydı. Diğer araç da hasar görmüştü. Aracın sahibi aşağı kızgın bir halde indi ve yüksek sesle bağırıyordu. Araca bakıp da Lübnan plakasını görünce “tamam önemli değil ben hallederim” dedi. Ama Lübnanlı kardeşimiz ağlıyordu. Gözünden bir damla yaş aktı. Ben de neden ağladığını sordum. O da şöyle dedi: “Bundan iki yıl önce Suriyeli biri arabama çarptı. Yanında tesettürlü ailesi de vardı. Ben de gezintilerini bozmak istemedim ve ona “tamam önemli değil ben hallederim” dedim.
Dikkatli bakarsanız, tüyleriniz ürperir. Fakat bizim sorunumuz şu, binlerce hikaye dinlesek de bir hastalığa kapılmadan, olay yaşamadan anlamıyoruz. Sen bilmezsin, fakat Allah bilir. O zaman O’na teslim ol!
Bunun için de evren ile ilgili işaretlerden başlarız, sonra ayetlere dalarız, ardından da Allah Teala’nın yarattığı ve yaşattığı bazı şeylerin sırları bize açılır. Bu avukat bana başka bir hikâye daha anlattı. Şöyle ki, O bir katilin idam kararına şahit olmuş ve o kişinin avukatıymış. Hâkim ona öldürüp öldürmediğini sorunca, öldürmediğini söylemiş. Ama idamına karar verilmiş, idamdan önce hâkim adama şöyle söylemiş: “Şu anda her şey bitti, ben öldürmediğini söyleyen bu katili darağacına asacağım. Bundan otuz yıl evvel bir karakol müdürü vardı, Fransız bir subay ona idam etmesi için bir adamı vermişti. O da adamı bir ahıra koydu ve adam kaçtı. Bunun üzerine o adamın yerine bir köylüyü getirdi ve oraya koydu. İkinci gün de o adamı idam ettiler.”
Yine dikkatli incelediğimizde, tüylerimiz ürperir. İyice incelediğinizde zulüm gören, toprakları işgal edilen, öldürülen nice Müslüman halklar görürsünüz. Allah Tela bize öğretmedikçe, biz birçok şeyi anlamayız. Zira O, şöyle buyurmaktadır:
﴾ فَمَا كَانَ اللَّهُ لِيَظْلِمَهُمْ ﴿
“Allah, onlara asla zulmediyor değildi.”
﴾ وَنُرِيدُ أَنْ نَمُنَّ عَلَى الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا فِي الْأَرْضِ ﴿
“Biz ise, istiyorduk ki yeryüzünde ezilmekte olanlara lütufta bulunalım.”
Bu sizin işiniz değildir, ancak Allah’ın işidir. Onları Allah’a bırakın. Bize düşen şey evrene bakarak tefekkür etmek, üçüncü derecede yaratılan ve yaşanan olayları anlamaya çalışmak ve ayetler hakkında derinlemesine düşünmektir. Nitekim Allah Teala şöyle buyurur:
﴾ أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْآنَ أَمْ عَلَى قُلُوبٍ أَقْفَالُهَا ﴿
“Onlar Kur’an’ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerin üzerinde kilitleri mi var?”
Sonuç:
Değerli kardeşlerim, Allah'ı tanımanın yolları, evren ve yaratılış ile ilgili işaretler ile Kuran ayetleri hakkında düşünmektir. Bunların hepsi de O'nu tanımaya ve sevmeye yetmeyebilir. Bu yüzden bir Kutsi hadiste söyle zikredilir: "Peygamber efendimiz şöyle buyurdu: 'Ya Rabbi, sana en sevimli olan kulun hangisidir. Bunu öğreneyim de ben de o kulunu seveyim' Allah Teâlâ da şöyle buyurdu: 'bana en sevgili olan kulum, kalbi takvalı, elleri tertemiz, kimseye kötülük için yaklaşmayan, beni seven ve beni seven kullarımı da seven ayrıca beni yaratılanlara sevdirendir.' Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v ) 'peki, seni nasıl sevdirebilirim' diye sorunca Cenab-ı Hak söyle buyurdu: 'onlara gösterdiğim delillerimi, nimetlerini ve verebileceğim sıkıntıları hatırlat. Delillerimi hatırlat ki beni çokça tefekkür edip yüceltsinler, nimetlerimi hatırlat ki beni sevsinler, sıkıntılarımı hatırlat ki benden korksunlar'
O zaman bir müminin kalbinde olması gereken duygular, Allah'ı yüceltmek, O'nu sevmek ve O'ndan korkmaktır. Yüceltmek ancak tefekkürle, sevmek nimetlerini hatırlamakla, korkmak da sıkıntılara karşı sakınmak ile mümkündür.