Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun. Sözünün eri ve dosdoğru olan Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’e salat ve selam olsun. Allahım senin bize öğrettiklerinden başka bir ilmimiz yoktur. Şüphesiz ki sen alim ve hakimsin. Allahım bize fayda verecek ilmi öğret, öğrendiklerimizden de faydalanabilmeyi nasip et. İlmimizi arttır, hakkı hak olarak göster ve ona itaat etmekle rızıklandır, batılı da batıl olarak göster, ondan sakınmakla bizi rızıklandır. Bizi, sözü işitip güzel bir şekilde itaat edenlerden eyle, rahmetinle bizi salih kullarınla beraber cennetine koy.
Aşağıdaki ayetler kulluk görevi konusuna kaynaklık eden ayetlerdir:
Mümin kardeşlerim, Ankebut Suresi’nin ikinci dersine başlıyoruz. Geçen derste Allah Azze ve Celle’nin lütfuyla şu ayetlerin açıklamasını yapmıştık:
الم (1) أَحَسِبَ النَّاسُ أَنْ يُتْرَكُوا أَنْ يَقُولُوا آمَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ (2) وَلَقَدْ فَتَنَّا الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَلَيَعْلَمَنَّ اللَّهُ الَّذِينَ صَدَقُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْكَاذِبِينَ “Elif-lâm-mim. İnsanlar, denenip sınavdan geçirilmeden, “İman ettik” demekle bırakılacaklarını mı sanıyorlar? Andolsun ki biz, onlardan öncekileri de sınamıştık. Allah, elbette doğru olanları ortaya çıkaracaktır; keza O, yalancıları da mutlaka ortaya çıkaracaktır.”
Bu ayet aynı zamanda kulluk görevine işaret eden ayetlerden biri olarak görülür. İnsan en önemli varlıktır, şerefli bir varlık… Ve insan kulluk görevi ile görevlendirilmiştir. Önceliklidir insan, çünkü tüm yeryüzü ve gökyüzü onun hizmetine sunulmuştur.
هُوَ الَّذِي خَلَقَ لَكُمْ مَا فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا ثُمَّ اسْتَوَى إِلَى السَّمَاءِ فَسَوَّاهُنَّ سَبْعَ سَمَوَاتٍ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
[ 29 سورة البقرة الاية
]
﴾ Yeryüzünde ne varsa tamamını sizin için yaratan, sonra göğe yönelerek onları, yedi gök olarak tamamlayıp düzene koyan O’dur ve O, her şeyi hakkıyla bilmektedir. ﴿
وَسَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا مِنْهُ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
[
سورة الجاثية الاية 13 ]
﴾ Ayrıca O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini kendinden bir lütuf olarak emrinize vermiştir. Bütün bunlarda düşünenler için işaretler vardır.﴿
[ Casiye Suresi: 13 ]
En şerefli varlık:
وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى كَثِيرٍ مِمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلًا
[
سورة الإسراء الاية 70 ]
﴾ Andolsun biz Âdemoğluna şan, şeref ve nimetler verdik; onları karada ve denizde taşıdık, kendilerine güzel güzel rızıklar verdik ve onları yarattıklarımızın çoğundan üstün kıldık. ﴿
[ İsra Suresi: 70 ]
Sen ilk varlıksın, en şerefli varlıksın ve mükellef yani sorumlu bir varlıksın.
إِنَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ عَلَى السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَنْ يَحْمِلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْإِنْسَانُ إِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًا
[ سورة الأحزاب الاية 72 ]
﴾ Biz emaneti göklere, yerküreye ve dağlara teklif ettik, ama onlar bunu yüklenmek istemediler, ondan korktular ve onu insan yüklendi. Kuşkusuz insan çok zalim, çok bilgisizdir. ﴿
İşte sen insan ruhunu kurtarmakla, ona Cenab-ı Hakk’ı tanıtmakla, onu yüceltmekle, dünya ve ahirette onu Allah Azze ve Celle ile mutlu etmekle mükellefsin. Bunun delili şu ayettir:
﴾(قَدْ أَفْلَحَ مَنْ زَكَّاهَا (9) وَقَدْ خَابَ مَنْ دَسَّاهَا (10
﴿
﴾ Nefsini arındıran elbette kurtuluşa ermiştir. Onu kötülüklere boğan da ziyan etmiştir. ﴿
Kuran’ı Kerim’de “kurtuluşa ermiştir” deniyor. Bu, kâinatın yaratıcısı olan Allah’ın kelamıdır. Ve evrenin yaratıcısı sana şöyle diyor:
﴾(قَدْ أَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ (1 ﴿
﴾ Müminler kesinlikle kurtuluşa ermiştir; ﴿
(قَدْ أَفْلَحَ مَنْ زَكَّاهَا)
“Nefsini arındıran elbette kurtuluşa ermiştir.”
Çünkü nefsini arındırırsan, ona Allah’ı tanıtırsan, kulluk görevi emanetinin hakkını vermiş olursun. Yaratılış gayen olan görevini yerine getirmiş olursun. Dolayısıyla şu ayetten de yine bu anlaşılmaktadır:
(أَحَسِبَ النَّاسُ أَنْ يُتْرَكُوا أَنْ يَقُولُوا آمَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ)
“İnsanlar, denenip sınavdan geçirilmeden, “İman ettik” demekle bırakılacaklarını mı sanıyorlar?”
Sen mükellefsin, bu nefse Allah’ı tanıtmakla mükellefsin.
Kuran’ın Kâinat ve Nefis hakkında düşünmeye daveti:
Ancak Allah Azze ve Celle sana kulluk görevinin unsurlarını vermiştir. Evreni senin emrine vermiş, onu güzel isimleri ve üstün sıfatlarına işaret eden bir delil kılmıştır. Allah’ın güzel isim ve sıfatlarını göklerin ve yerlerin yaratılışı hakkında tefekkür ederek evrende görebilirsin.
قُلِ انْظُرُوا مَاذَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا تُغْنِي الْآيَاتُ وَالنُّذُرُ عَنْ قَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ
﴾ “De ki: “Bir bakın da görün, göklerde ve yerde neler var?” Fakat iman etmeyecek topluma ne o kanıtların ne de uyarıların yararı olabilir.” ﴿
[ Yunus Suresi: 101 ]
﴾ (وَكَأَيِّنْ مِنْ آيَةٍ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ يَمُرُّونَ عَلَيْهَا وَهُمْ عَنْهَا مُعْرِضُونَ (105 ﴿
﴾ Göklerde ve yerde nice deliller vardır ki onlar bu delillerden yüz çevirerek geçip giderler. ﴿
Öyleyse davet vardır…
﴾ (فَلْيَنْظُرِ الْإِنْسَانُ إِلَى طَعَامِهِ (24) أَنَّا صَبَبْنَا الْمَاءَ صَبّاً (25 ﴿
﴾ İnsan yediğine bir bakıp düşünsün! Biz bolca su indirdik. ﴿
﴾ (فَلْيَنْظُرِ الْإِنْسَانُ مِمَّ خُلِقَ (5) خُلِقَ مِنْ مَاءٍ دَافِقٍ (6
﴿
﴾ İnsan neden yaratıldığına bir baksın. O, atılan bir sudan yaratıldı. ﴿
﴾ (وَالشَّمْسِ وَضُحَاهَا (1) وَالْقَمَرِ إِذَا تَلَاهَا (2
﴿
﴾ Yemin olsun, güneşe ve kuşluğuna; Işığı onun ardından geldiğinde aya ﴿
Kulluk Görevinin Unsurları:
Allah’ın yeryüzünde yarattığı birçok alamet vardır ve bunlara Kuran’da işaret etmektedir. Bu işaretleri de Allah Azze ve Celle’nin azametine, yüceliğine bir delil kılmıştır. İnsan kâinat hakkında tefekkür ettiğinde bu tefekkür turu onu Allah’ı tanımaya ulaştıracaktır. Allah Teala sana evreni vermiştir.
Yine Cenab-ı Hak sana akıl vermiştir. Akıl âlimlerin de söylediği gibi Allah’ın insana bahşettiği en büyük imtiyazdır. Akıl sayesinde Allah’ı tanırsın. Ancak akıl dediğim gibi bir terazidir de, fıtrat da bir terazidir. Allah Teâlâ dini mizanlar üzerine bir mizan, bir ölçüt kılmıştır. Akıl Allah’ın emir ve yasakları doğrultusunda hareket ettiği sürece şeriatın, dinin karar kıldığı sonuçlara ulaşıyorsa, o zaman bu düşünce doğru ve mantıklıdır. Ama akıl yüz çeviriyor ve Kuran’ın getirdiklerinden uzaklaşıyorsa o zaman da bu akıl sapkın ve kibirli bir akıldır.
﴾ (إِنَّهُ فَكَّرَ وَقَدَّرَ (18) فَقُتِلَ كَيْفَ قَدَّرَ (19 ﴿
﴾ O, düşündü taşındı, ölçtü biçti. Kahrolası, ne biçim ölçtü biçti! ﴿
[ Müddesir Suresi: 18-19 ]
O zaman kulluk görevinin unsurlarından biri kainat diğeri de akıldır.
Kulluk görevinin unsurlarından biri de fıtrattır. Allah Teala sana üstün bir fıtrat vermiştir. İyilik yaptığında rahatlar, bir kötülük yaptığında ise mutsuz olursun. Allah’a iman ettiğinde mutlu olur, inkâr ettiğinde mutsuz olursun. Yine Allah’ın dinine uygun davrandığında huzurlu, O’nun yolundan saptığında mutsuz olursun. Bu görevin unsurları kâinat, akıl ve fıtrat…
Yine Cenab-ı Hak sana özgürlük, tercih şansı vermiştir:
لَا يُكَلِّفُ اللَّهُ نَفْسًا إِلَّا وُسْعَهَا لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْ رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَا إِنْ نَسِينَا أَوْ أَخْطَأْنَا رَبَّنَا وَلَا تَحْمِلْ عَلَيْنَا إِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِنَا رَبَّنَا وَلَا تُحَمِّلْنَا مَا لَا طَاقَةَ لَنَا بِهِ وَاعْفُ عَنَّا وَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا أَنْتَ مَوْلَانَا فَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ
[ سورة البقرة الاية 286]
﴾ Allah hiçbir kimseyi, gücünün yetmediği bir şeyle yükümlü kılmaz; lehinde olanı da kendi kazandığıdır, aleyhinde olanı da kendi kazandığıdır . Rabbimiz! Unutur veya yanılırsak bizi cezalandırma! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme! Üstesinden gelemeyeceğimiz şeyleri boynumuza borç kılma! Bizi bağışla, ayıplarımızı ört ve bize rahmetinle muamele buyur! Sen bizim sahibimiz ve yardımcımızsın; artık inkârcı topluluğa karşı bize yardım et! ﴿
Bu işe tekrar girişmen senin tercihindir. Ama eylem Allah Azze ve Celle’nin eylemidir. Âlimler der ki: Allah nesnelere kendinden var olan bir güç vermemiştir. Ama Allah Teâlâ onun eylemini onda olan güçle değil kendi dilemesiyle gerçekleştirir. Nesnelere verilmiş bir güç ile değil… Öyleyse, Allah sana tercih şansı verir. Yine sana yeryüzünün ve göklerin Rabbi katında yükselmen için arzular verir, yani şehvet… Kainat, akıl, fıtrat, tercih şansı…
Bir şey yaptığında şehvetin hedefi o şeyin değeridir. Bir şeyi terk ettiğinde de terk ettiğin o şeyin senin için bir değeri vardır ama sen kendi şehvet ve arzunun yerine Allah rızasını tercih etmişsindir. Öyleyse:
(وَأَمَّا مَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّهِ وَنَهَى النَّفْسَ عَنِ الْهَوَى (40) فَإِنَّ الْجَنَّةَ هِيَ الْمَأْوَى (41
﴾ Rabbinin huzurunda (hesap vermekten) korkan ve nefsine kötü arzuları yasaklayana gelince, onun barınağı da şüphe yok ki cennetin ta kendisidir. ﴿
Bunlar kulluk görevinin unsurlarıdır.
Her insanın dünyadaki imtihanı onun hakikatini ortaya çıkarmak içindir:
İnsan bu unsurları kullanıp Allah Azze ve Celle’ye ulaştığı zaman bu demek oluyor ki mutlaka bir imtihan, bir hesap ve sorgu vardır.
Geçen derste söylemiştim; Salonlarıyla, amfileriyle, kütüphaneleriyle, bahçeleriyle, sahalarıyla, yemekhanesiyle, öğrenci yurtlarıyla ve laboratuarlarıyla büyük bir üniversite açılır. Şimdi burada öğrencilere sınav yapılmaması akıl alır bir şey midir?
﴾(أَيَحْسَبُ الْإِنْسَانُ أَنْ يُتْرَكَ سُدًى (36
﴿
﴾ İnsan, kendisinin başı boş bırakılacağını mı sanır? ﴿
Sorgusuz sualsiz… Böyle çok ayet var…
﴾(أَفَحَسِبْتُمْ أَنَّمَا خَلَقْنَاكُمْ عَبَثًا وَأَنَّكُمْ إِلَيْنَا لَا تُرْجَعُونَ (115 ﴿
﴾ Sizi sırf boş yere yarattığımızı ve sizin artık huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız? ﴿
Dolayısıyla bu ayet çok net bir şekilde insanın sorumlu olduğuna işaret ediyor. Delili ise insanın sınanması, imtihan edilmesidir.
(أَحَسِبَ النَّاسُ أَنْ يُتْرَكُوا أَنْ يَقُولُوا آمَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ)
“İnsanlar, denenip sınavdan geçirilmeden, “İman ettik” demekle bırakılacaklarını mı sanıyorlar?”
Üniversitede kişinin “ben bu konuyu çalıştım, iyice öğrendim” demesi, başarılı olması için yeterli midir?
Mesela bir üniversitenin yapımı binlerce milyona mal olur. Orada öğrenci kabul edilir. Kabul edilen bir öğrencinin “ben bu konuyu çalıştım ve uzmanı oldum” deyip diploma alması mümkün müdür? Ona denebilir mi: Başardın çünkü sen bu konuyu çalıştın.” Bu çok komiktir. Üniversite bunu yapar mı? Öğrenci diliyle “ben bu konuyu çok iyi öğrendim” dediğinde “gel yüz aldın ve bitirdin, tamamdır” denmesi olur mu? İmtihan kaçınılmazdır. İşte bu şu ayetin anlamıdır:
(أَحَسِبَ النَّاسُ أَنْ يُتْرَكُوا أَنْ يَقُولُوا)
“İnsanlar, “İman ettik” demekle bırakılacaklarını mı sanıyorlar?”
İmtihan edilmeden, sınava çekilmeden, imanlarının hakkını vermeden, imanlarında sadakatlerini göstermeden, sabırlarını, marifetlerini, ortaya koymadan… İmanında bulunan her türlü zayıflık o sınavda ortaya çıkar. Kişi Allah’ı sevdiğini ne kadar söylerse söylesin bu böyledir.
“Allah’a isyan edip durduğun halde O’na muhabbetinden dem vuruyorsun.
Yemin ederim bu anlaşılır gibi değil!
Eğer muhabbetinde sadık olsaydın O’na itaat ederdin;
Çünkü seven sevdiğine itaat eder”
Her iddianın bir çelişeni, bir zıttı vardır:
Allah sevgisi iddiasının zıttı günah işlemektir. Allah’a kavuşmayı istemenin karşıtı ölümü kerih görmektir. Bir insanın Allah hakkında kınayanın kınamasından korkmamasının zıttı ufacık bir baskı karşısında çöküşüdür. Allah’ın emirlerine karşı sabırlı olmanın karşılığında küçücük bir fitne ile çöküntüye uğramaktır. Bir fitne ve bir baskı ile dağılan, şehvetlerinin ele geçirdiği, Allah’ın emirlerinin yolunu keserek dünyevi hedeflerinin peşinde koşan kimse, imtihana girmiş ve onu kaybetmiştir. Allah’ın emirlerine giden yolda imtihan oldu ve kaybetti. Öyleyse biz bir imtihandayız. Kalbin attığı sürece imtihandasın. Geçen derste dediğimiz gibi, İstediğini söyleyebilirsin, ancak Allah Teala seni son derece karmaşık ve hassas şartların içine sokacaktır. İddia ettiğin şeyde ilerleyeceksen işin hakikatini ortaya çıkarmalısın, iyiyse iyi, kötüyse kötü…
Herkes diyor ki: Ben dün gece Leyla( Sevgili) ile beraberdim,
Leyla’ya sorsan diyecek ki: Yalan söylüyorlar, bunlardan hiçbirini ben dün gece görmedim.
Adiy b. Hatem Rasulullah (s.a.v.)’in misafirliğinde:
İkinci bir şey, bir gün Rasulullah (s.a.v.)’e yarımada krallarından biri olan Adi b. Hatem geldi. Yanına girdi, Rasulullah (s.a.v.) “bu adam kim?” diye sordu. Dedi ki: “Adiy b. Hatem” Adi b. Hatem devam ediyor: “Beni selamladı, aldı ve evine götürdü.” Bu bir onurlandırmadır. “Yolda zayıf ve yaşlı bir kadın onu durdurdu, ihtiyaçlarından bahsetti, uzun süre yanında kaldı.” Adiy b. Hatem dedi ki: “Vallahi bu bir kral değildir.” Eve girince bana içi hurma lifi ile dolu bir minder uzattı ve “bunun üzerine otur” buyurdu. Ben de “hayır sen otur” deyince “hayır sen” diye cevap verdi. Ben de oturdum. Kendisi de yere oturdu…” Bu bildiğiniz bir hikâye. Efendimiz buyurdu ki: “Ey Adiy b. Hatem sen Rükusî değil misin?” “Evet” dedi. Efendimiz “Halktan ganimetlerin dörtte birini alarak geçinmiyor musun?” diye sordu. Yine Adiy “evet” dedi. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Bu senin dininde helal değil.” Adiy b. Hatem diyor ki: “Vallahi onun kimsenin bilmediğini bilen bir peygamber olduğunu anladım. -Yani biz onu cahil sanıyorduk.- Efendimiz yine şöyle buyurdu: “Ey Adiy b. Hatem seni bu dine girmekten alıkoyan şey belki de halkının ihtiyaçlarını görmendir.” (Yani halkının fakirliğini) Öyleyse fakirlik bir imtihandır. Bazen kişi fakir ama dosdoğru olur. Zengin birini görür, bu kişi sapkındır ve giderek sapkınlığı da zenginliği de artmaktadır. O’nun ise Allah’a karşı tevazusu artmaktadır. O’nun emirlerine daha da bağlanmaktadır, fakirliği de öyle ama bu bir imtihandır.
İmtihandan sabırla geçtikten sonra rahatlamak kaçınılmazdır:
Hendek Savaşı’nda Rasulullah (s.a.v.)’in ashabını unutmayın. Rabbimiz buyuruyor ki:
هُنَالِكَ ابْتُلِيَ الْمُؤْمِنُونَ وَزُلْزِلُوا زِلْزَالًا شَدِيدًا (11) وَإِذْ يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذِينَ فِي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ مَا وَعَدَنَا اللَّهُ وَرَسُولُهُ إِلَّا غُرُورًا
[ سورة الأحزاب الاية:11-12 ]
﴾ “İşte o zaman müminler büyük bir imtihan geçirdiler ve adamakıllı sarsıldılar. Yine o zaman münafıklar ve kalplerinde bozukluk bulunanlar, “Allah ve resulünün vaatleri bizleri aldatmaktan ibaretmiş!” demişlerdi. ﴿
Yani Rasulullah (s.a.v.)’in zamanında yaşayan bazı kimselerden biri diyordu ki: “Arkadaşınız bize, hiç birimiz ihtiyacını karşılayacak durumda değilken, Kayser ve Kisra Saraylarının kapılarını açmayı mı vaat ediyor?!” Öyleyse:
(هُنَالِكَ ابْتُلِيَ الْمُؤْمِنُونَ)
“İşte o zaman müminler büyük bir imtihan geçirdiler”
Ancak;
مِنَ الْمُؤْمِنِينَ رِجَالٌ صَدَقُوا مَا عَاهَدُوا اللَّهَ عَلَيْهِ فَمِنْهُمْ مَنْ قَضَى نَحْبَهُ وَمِنْهُمْ مَنْ يَنْتَظِرُ وَمَا بَدَّلُوا تَبْدِيلاً
[
سورة الأحزاب الاية 23 ]
﴾ Müminlerden bazı kimseler Allah’a verdikleri sözü yerine getirdiler, kimileri onun yolunda can verdiler, kimileri de ecellerini bekliyorlar; (vaatlerini) asla değiştirmediler. ﴿
Öyleyse, yaşamda zorluk çekersin, ama Allah’ın emirleri karşısında dosdoğru olursun. Birini görürsün o refah içinde, saldırır, gezer, zalimlik yapar ve yoldan sapar. Dersin ki bu bir imtihandır. Sen imanına güveniyor musun, rızkın Allah’ın elinde olduğuna güveniyor musun, her şeyin Allah’ın kudretinde olduğuna, dünyanın hiçbir kıymeti olmadığına güveniyor musun? Dünya Allah katında bir sivrisineğin kanadı kadar değil midir, ya da ne kadardır? İstediğini iddia et, bu bir imtihandır. İstikametin sebebiyle sıkıntıya düşebilirsin, Başkaları ise sapkınlılarıyla birlikte bolluk ve refah içinde yaşayabilirler. Ama bu imtihan çeşitlerinden biridir.
Bazen öğretmen öğrenciye bir şey sorar. Öğrenci doğru cevap verir. Öğretmen der ki: “Yanlış”, bunu kendine güvenini ölçmek için yapar. Zayıf olan bir öğrenci “yanlışmış” der ve durur. Diğer verdiği cevaptan vazgeçer. Ama kendinden emin olan öğrenci “hayır, bu doğru cevap” der. Bazen inanıp inanmadığın konusunda sınanırsın, bazen inancına güvenip güvenmediğin konusunda imtihan olursun, kıyamet gününde seni neyin kurtaracağı konusunda, Allah’ın emirleri doğrultusunda mı yaşıyorsun… İnsanın dünyada elde edebileceği en yüksek mevki nedir? Allah’ın rızasını kazanmaktır.
(لَقَدْ رَضِيَ اللهُ عَنِ المُؤْمِنِينَ)
“müminlerden Allah razı olmuştur;”
Eğer Allah’ın sizden razı olduğunu ama dünyanın ellerinden kayıp gittiğini hissediyorsan, Hz. Ebu Bekir dünyada kaybettiği bir şeye asla pişman olmadığını anlatır. İnsan Allah ve Resulüne itaat ederse büyük bir zafer kazandığını hissetmelidir.
يُصْلِحْ لَكُمْ أَعْمَالَكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَمَنْ يُطِعِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ فَازَ فَوْزاً عَظِيماً
[ سورة الأحزاب الاية 71 ]
﴾ Ey iman edenler! Allah’a itaatsizlikten sakının ve doğru söz söyleyin ki, Allah sizin işlerinizi düzeltsin, günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah’a ve resulüne itaat ederse gerçekten büyük bir kazanç elde eder. ﴿
Ayeti okuyorsun, anlıyorsun, ama onun seviyesinde değilsin. Kendini mahrum hissediyorsun, Allah ve Resulüne itaat ediyorsun ama ayetin seviyesinde değilsin, Allah’a itaatin her şey demek olduğu konusunda emin değilsin. Allah’a imanın her şey olduğuna güvenin yok. İşte bu fitnedir.
Efendimiz buyurdu ki: “Seni bu dine girmekten alıkoyan şey muhtemelen halkın ihtiyaçlarını görmendir. – fakir halkı görüyordu, onlar güçsüzdüler.- Vallahi neredeyse tüm malları akıp gidecek ve onu alacak kimse kalmayacaktı. Belki de onu bu dine girmekten alıkoyan şey onların düşmanlarının çokluğunu görmesiydi. Bu da başka bir imtihandır. Sen Allah’ı tanırsan, emirlerine uyarsan, herkes sana düşman olur. İnsan sapkınsa, akrabasının doğru yolda olması onu mutlu etmez. Eski haline dönmesini ister. Kendisi gibi olmasını ister. Bir genç Allah’a samimi bir tövbe ile yönelirse etrafındakilerin ona karşı çıktığını görür. Bu en yakınları ile hatta evindekilerle bile imtihanıdır. Sıkıntılarla karşılaşırsın, çünkü sen Allah’ı tanıyor, onun emirlerine uyuyor ve ayağını sağlam basıyorsun. Bu da başka bir imtihandır.
(أَحَسِبَ النَّاسُ أَنْ يُتْرَكُوا أَنْ يَقُولُوا آمَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ)
“İnsanlar, denenip sınavdan geçirilmeden, “İman ettik” demekle bırakılacaklarını mı sanıyorlar?”
Allah’a iman eden, emirleri doğrultusunda yaşayan insan, etrafındaki insanların şiddetli muhalefeti ile karşılaşabilir. Böyle olunca da davasından vazgeçer ve der ki: Dinsizlikten iyidir, işte bu kişi imtihan edilir ve kaybeder. Çünkü imanı zayıftır. Diğer bir kişi de Allah ve Resulüne yönelir, emirlerine uyar, ona karşı duruşlar ancak Allah’a olan bağlılığını arttırır. İşte bu kişi de imtihan olmuş ve kazanmıştır.
Öyleyse “Müslümanım” demek kolaydır, “müminim, asla Allah’a isyan etmeyeceğim” demek kolaydır. Sonra ufacık bir baskıda itaati bırakır, ufak bir kışkırtma ile itaatten vazgeçersen imtihanı kaybedersin.
(أَحَسِبَ النَّاسُ أَنْ يُتْرَكُوا أَنْ يَقُولُوا آمَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ)
“İnsanlar, denenip sınavdan geçirilmeden, “İman ettik” demekle bırakılacaklarını mı sanıyorlar?”
Rasulullah (s.a.v.)’in buyurduğu gibi “Büyük ihtimalle seni bu dine girmekten alıkoyan düşmanlarının çok olduğunu görmendir.” Ama sen çoğunluktan değil haktan yana olmalısın.
وَمَا يَتَّبِعُ أَكْثَرُهُمْ إِلَّا ظَنًّا إِنَّ الظَّنَّ لَا يُغْنِي مِنَ الْحَقِّ شَيْئًا إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ بِمَا يَفْعَلُونَ
[ 36 سورة يونس الاية ]
﴾ Onların çoğu sadece zanna uyuyor. Oysa zan hiçbir şekilde gerçek ve kesin bilginin yerini tutamaz. Allah, onların yaptıklarını çok iyi bilmektedir! ﴿
Hz. Ali der ki: “Biz insanları hakla tanırız, hakkı insanlarla tanımayız.” Aslolan haktır. Çok fazla insan hak üzere değilse, onların çokluğu seni ilgilendirmez. Az kişi bile hak üzere ise sen hak ile beraber olursun.
Yabancılaşmış hissetmek de imtihandır, dikkat et:
Bir imtihan daha vardır, yabancı hissedersin. Yani Allah’ı tanır, istikamet üzere olursun. Alım satımda mesela haram bir iş vardır. Ama bu tüccarlar arasında yaygın olan bir şeydir ve sen yapmayınca dışlanırsın. Allah’ın yasakladığı şeylerden gözlerini sakınırsan, kendini farklı hissedersin, Herkes o harama bakar, şehvetli gözlerle bakar. Ama sen yabancı bir kadına bakmaya utanırsın. Yabancılık hissedersin. Şüpheli bir yolla para almaktan tereddüt edersen aptallıkla suçlanırsın. Yine dışlanmış hissedersin. Bu da başka bir imtihandır.
Bazen imtihan bilginin miktarını tespit etmek için, bazen bu bilgilere olan güvenini ölçmek için yapılır. Bazı sıkıntılar görürsün. Sana der ki: Belki de seni bu dine girmekten alıkoyan şey düşmanının çok olmasıdır. Vallahi bir gün gelecek Babilli bir kadının devesinin üzerinde korkmadan haccettiğini duyacaksınız. Belki de seni bu dine girmekten alıkoyan şey mülk ve saltanatın, yönetimin başkalarında olduğunu görmendir. Sahabiler güçsüz, ezilmiş olabilirler, bu onların işi değildir. Zira Mekke’de onlara düşmanlık eden çok büyük kuvvetler vardı. Ve yine Arap yarımadası etrafında… Onlar zayıftılar ve hicret ettiler. Beldelerini terk edip Habeşistan’a ve Medine’ye gittiler. Sen gücü seviyorsun ama güçle birlikte hakkın yanında olamazsın. O zaman da batıl yoldaki güçlülerin yanında olursun. Hak yolunda olan güçsüzleri terk edersin. Sen hak yolda değilsin, güçlü ile berabersin. Bu imtihandır. Bir kelime söylersin, bu sözü imtihan olmadan doğru sayabilirsin ama bu imkânsızdır.
Zihinlerinizdeki şu örneği tekrar edelim: Çok büyük bir üniversite, öğrencilerden biri diyor ki, Ben bu konuyu iyi bir şekilde çalıştım, ama bu sözün kabul edilmesi imkânsızdır. Bununla sana yüz verilemez. Ancak bir imtihana girersin, bu imtihan sözünün doğruluğunu veya yanlışlığını ortaya koyar. Dedi ki: “Vallahi, Babil kalelerinin Araplar tarafından fethedildiğini duyacaksınız.” Bu kaleleri duyarsın, Araplar orayı fethedebilirler. Ki Adiy b. Hatem bunları görene kadar yaşamıştır.
Her zaman ve her şeyde hak ile beraber ol:
Rasulullah (s.a.v.) bize bu kıssayı öğretmiştir. Bu hikâyenin öğretisi imtihanların olmasıdır. Hak ile beraber olmak istersen hak olan taraf zayıf olabilir, hak olan Ashab fakirdi, güçsüzdü. Hak ehline karşı büyük düşmanlar olabilir. Ama sen kiminlesin? Sen hak ile ol.
Bir şeyler söylenir. Rivayete göre Ebu Cafer el-Mansur Abbasi halifesi iken, yanında İmam Ebu Hanife vardı. Bir de yanında Ebu Hanife’nin en azılı düşmanlarından bir kadı da vardı. Bu kadı Mansur’un huzurunda Ebu Hanife’ye dedi ki: “Ey Ebu Hanife, halife bana bir adamı öldürmemi emrederse onu öldüreyim mi, yoksa bekleyeyim mi, belki de o haksızlığa uğramıştır.” Bu sıkıntılı bir soruydu. Ebu Hanife şöyle yanıt verdi: “Halife hak üzere mi, batıl üzere mi?” Topu tekrar ona attı ve “hak üzeredir” dedi. Ebu Hanife de “sen de hak ile beraber ol” dedi. Çıktığında şöyle devam etti: “Beni zincirlemek istedi, ben onu bağladım.”
Bu hikayeden istediğim, hak ile beraber ol… Acaba hak ile mi berabersin yoksa güçlü ile mi? Hak ile mi, arzular ile mi? Bazen arzuların seni mesela karma ortam fikrini savunmaya zorlar. Sen o zaman hak üzere olmazsın. Şehvet ve arzularınla birlikte olursun. Maddi çıkarların seni alım satımda şüphe ve faiz olan bir yola sapmaya zorlar. Sen çıkarını düşünür haktan yana olmazsın. Ne kadar haktan yana olduğunu söylesen de karmaşık şartlar oluştuğunda, gerçek benliğini ortaya çıkarırsın. Bu nedenle insanın dürüstlük ve ihlas ile birlikte olması gerekir.
İnsan hayatı mükellef olmaya başladığı günden ömrünün sonuna kadar sürekli bir imtihan halindedir:
Bazen yabancı bir ülke görürsün, refah içinde, son derece huzurlu, son derece güvenli, sakin, orada her şey yolundadır. Ama bu memleket Allah ve Resulüne uygun yaşamaz. Yani din onların hayatından tamamen çıkmıştır. Şehvet doludur, fitneler ayağa kalkmıştır, bunlar hep imtihandır. İman zayıflığı ile sarsılırlar. Onları şöyle derken görürsün: Bak onların arasında çok saygıdeğer insanlar var, ihtiyaçları karşılanıyor, her şey kolay, her gün Allah’a isyan ediyorlar, yollarda, kulüplerde, havuzlarda tüm günahlar had safhada… Bununla birlikte bu ülke çok güçlü, refah içinde, işte bu bir imtihandır. Bu imtihandır, demek ki Allah’ın şu ayetini okumamışsınız:
فَلَمَّا نَسُوا مَا ذُكِّرُوا بِهِ فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ أَبْوَابَ كُلِّ شَيْءٍ حَتَّى إِذَا فَرِحُوا بِمَا أُوتُوا أَخَذْنَاهُمْ بَغْتَةً فَإِذَا هُمْ مُبْلِسُونَ (44
[ 44 سورة الأنعام الاية ]
﴾ Onlar, kendilerine yapılan uyarıları unutunca her şeyin kapılarını onlara açtık. Nihayet kendilerine verilenler yüzünden şımardıkları zaman onları ansızın yakaladık! Böylece onlar birden bire bütün ümitlerini yitirdiler. ﴿
Kapıyı değil, kapıları… Bir şeyi değil her şeyi…
(حَتَّى إِذَا فَرِحُوا بِمَا أُوتُوا أَخَذْنَاهُمْ بَغْتَةً فَإِذَا هُمْ مُبْلِسُونَ) “Nihayet kendilerine verilenler yüzünden şımardıkları zaman onları ansızın yakaladık! Böylece onlar birden bire bütün ümitlerini yitirdiler.”
İşte imtihan böyledir. Yani şuna inanmalısın ki, İnsanın hayatı mükellef olmaya başladığı günden ömrünün sonuna kadar sürekli bir imtihan halindedir.
İmtihan insanın tüm hayatının alanlarını kapsar:
Geçen derste dediğim gibi evlilik imtihandır, iş imtihandır, hastalık, sağlık, boşluk, meşguliyet imtihandır. Meşguliyet sana Allah’ı unutturur. İmtihan edilir, kaybedersin. Yine Allah’ı unutturan boşluklar vardır, onunla sınanır ve kaybedersin. Eş imtihandır, onun için günaha girersin. Allah’a isyan ederek onu mutlu edersin. Evlenmeden önce her şey mükemmelken sonra zayıflar. Ticaretten önce her şey harikayken, sınırlı bir gelirin varken çok vera sahibi biriyken ticarete girdikten sonra şöyle söyler hale gelirsin: “Yapamıyoruz, çocuklarımız var, bütün piyasa böyle, ne yapalım?” Ayağın kayar, ticaret imtihandır. Görev imtihandır, Öyleyse imtihan hep vardır ve hayatımız bir imtihanlar silsilesidir.
(أَحَسِبَ النَّاسُ أَنْ يُتْرَكُوا أَنْ يَقُولُوا آمَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ)
“ İnsanlar, denenip sınavdan geçirilmeden, “İman ettik” demekle bırakılacaklarını mı sanıyorlar?”
Sözleriniz bekletilir, gerçekler onları sınar ve sen sorumlu olursun. Mükellef olduğun sürece de imtihan edileceksin. Bir okulda öğrenciyken mecbur sınavlara girersin. İmtihan delili sünnettir. Sınav sünnettir, fitne sünnettir, Allah Azze ve Celle’nin sünneti, yani kanunu…
(وَلَقَدْ فَتَنَّا الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَلَيَعْلَمَنَّ اللَّهُ الَّذِينَ صَدَقُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْكَاذِبِينَ)
“Andolsun ki biz, onlardan öncekileri de sınamıştık. Allah, elbette doğru olanları ortaya çıkaracaktır; kezâ O, yalancıları da mutlaka ortaya çıkaracaktır.”
(فَلَيَعْلَمَنَّ اللَّهُ الَّذِينَ صَدَقُوا)
“Allah, elbette doğru olanları ortaya çıkaracaktır.”
Yani ilmi gerçekleştirmek için eylem yapılır, Allah Azze ve Celle her şeyi bilir. Ancak sen bir şey yapar ve onun ilmini gerçekleştirirsin. Ve o sizi ilminden değil yaptıklarınızdan sorumlu tutar. Bu Allah’ın bize rahmetidir. Bizi Allah’ın ilminden değil yapıp ettiklerimizden sorumlu tutar. Zira O her şeyi bilir. Ama sen onun bildiklerini yaparsın.
(وَلَقَدْ فَتَنَّا الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَلَيَعْلَمَنَّ اللَّهُ الَّذِينَ صَدَقُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْكَاذِبِينَ)
Andolsun ki biz, onlardan öncekileri de sınamıştık. Allah, elbette doğru olanları ortaya çıkaracaktır; kezâ O, yalancıları da mutlaka ortaya çıkaracaktır.”
Sıdk (Dürüstlük) Çeşitleri:
Geçen ders söylemiştim, Sıdk yani doğruluk iki çeşittir. Sözlerin fiillere uyum sağlaması ve fiillerin sözlere uyum sağlaması. İlki bilinen bir şeydir, mesela filanca dürüst, filanca yalancı deriz.
İkinci Allah Azze ve Celle’ye giden yolda çok önemlidir. Yani çok büyük bir iddian vardır ama amelin azdır. Deriz ki: Filancanın dürüstlüğü azdır. Allah’ı sevdiğini iddia ediyor, bu büyük bir söz, ama onu bir sınava tabi tutsan sevgisinin az olduğu, zayıf olduğu ortaya çıkar. Vera sahibi olduğunu iddia eder ama dinarlarla, dirhemlerle haşır neşir olduğunda zayıflığı anlaşılır. Bu işte fiillerde dürüstlük ve sadakattir. Davranışlarının sözlerine uyum sağlaması…
﴾
(يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِقِينَ (119 ﴿
﴾ Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun. ﴿
Sadıklar, doğrular Allah Teâlâ’ya verdikleri söze sadık kalanlardır.
“Yoksa kötülük yapan o kişiler bizden kaçıp kurtulabileceklerini mi sandılar?” Ayetinin anlamı:
1. İnsan ne kadar büyük olursa olsun Allah Teala’nın kudretinde olmayan hiçbir güç yoktur:
Üçüncü ayetimiz şöyle:
(أَمْ حَسِبَ الَّذِينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّئَاتِ أَنْ يَسْبِقُونَا سَاءَ مَا يَحْكُمُونَ)
“Yoksa kötülük yapan o kişiler bizden kaçıp kurtulabileceklerini mi sandılar? Ne kadar yanlış düşünüyorlar!”
Rabbimiz buyuruyor ki:
(أَمْ حَسِبَ)
“Öylemi sandılar?”
Ayetteki “hasibe” fiilinin anlamı zannetmektir. Kötülük yapanlar, yani Allah’a karşı günah işleyenler için kullanılan en kapsamlı tabir kötülük yapanlardır. Müşrik ya değil fark etmez, muvahhid de olabilir. Kötülük yapanlar…
(أَمْ حَسِبَ الَّذِينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّئَاتِ أَنْ يَسْبِقُونَا)
“Yoksa kötülük yapan o kişiler bizden kaçıp kurtulabileceklerini mi sandılar?”
Bunun anlamı nedir? Yani bir fiili insana izafe ederseniz filancanın o işi yaptığını düşünürsünüz, onu kendi tercihiyle, kendi gücüyle yaptığını zannedersiniz. Onun fiillerini yaratan vardır ama sanki o Allah’ı geçmiştir. Sanki Allah Teala’nın bu amelle ilişkisi yokmuş gibi olur. İşte bu şirk çeşitlerinden biridir. Şunu ilme’l-yakin bilmelisin ki kainatta hiçbir şey Allah’ın kudreti, O’nun ilmi dışında gerçekleşmez. Bir fiili insana nispet de etsen insana da atfetsen insan bunu filanca kişinin yaptığını sanır. Yani sanki o insan fiilinin yaratıcısıdır. Sanki Allah’ı geçmiştir. Allah’ın bu fiillerle bir alakası yoktur. Oysa Cenab-ı Hak şöyle buyurur:
﴾ (وَهُوَ الَّذِي فِي السَّمَاءِ إِلَهٌ وَفِي الْأَرْضِ إِلَهٌ وَهُوَ الْحَكِيمُ الْعَلِيمُ (84
﴿
﴾ Gökteki ilâh da O’dur, yerdeki ilâh da O’dur. O sınırsız hikmet ve ilim sahibidir. ﴿
[ Zuhruf Suresi: 84 ]
إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللَّهَ يَدُ اللَّهِ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ فَمَنْ نَكَثَ فَإِنَّمَا يَنْكُثُ عَلَى نَفْسِهِ وَمَنْ أَوْفَى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللَّهَ فَسَيُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا
[
سورة الفتح الاية 10 ]
﴾ Sana yeminle bağlılık sözü verenler gerçekte bu sözü Allah’a vermiş oluyorlar, Allah’ın eli onların elleri üzerindedir. Bu sebeple kim Allah’a verdiği ahdi bozarsa ancak kendi aleyhine bozmuş olur, Allah’a verdiği sözün gereğini yerine getirene ise Allah yakında büyük ödül verecektir. ﴿
فَلَمْ تَقْتُلُوهُمْ وَلَكِنَّ اللَّهَ قَتَلَهُمْ وَمَا رَمَيْتَ إِذْ رَمَيْتَ وَلَكِنَّ اللَّهَ رَمَى وَلِيُبْلِيَ الْمُؤْمِنِينَ مِنْهُ بَلَاءً حَسَنًا إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ
[ سورة الأنفال الاية 17 ]
﴾ Savaşta onları siz öldürmediniz, onları Allah öldürdü; (oku) attığında da sen atmadın, Allah attı; bunu da müminlere kendinden güzel bir lütufta bulunmuş olmak için yaptı. Allah her şeyi işitmekte, her şeyi bilmektedir. ﴿
Kırk ya da elliden fazla ayet her şeyin Allah’ın kudretinde olduğunu destekler mahiyettedir:
وَلِلَّهِ غَيْبُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَإِلَيْهِ يُرْجَعُ الْأَمْرُ كُلُّهُ فَاعْبُدْهُ وَتَوَكَّلْ عَلَيْهِ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
[
سورة هود الاية 123 ]
﴾ Göklerin ve yerin gizlisi (gaybı) yalnız Allah’a aittir. Her iş O’na döndürülür. Öyleyse O’na kulluk et ve O’na güvenip dayan! Rabbin yapmakta olduklarınızdan habersiz değildir. ﴿
Öyleyse ayetteki şu kısım;
(أَمْ حَسِبَ الَّذِينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّئَاتِ أَنْ يَسْبِقُونَا)
“Yoksa kötülük yapan o kişiler bizden kaçıp kurtulabileceklerini mi sandılar?”
Yani kötülük yapanlar o yaptıklarını ancak Allah Azze ve Celle’nin kudreti ve ilmi ile yapar. Allah’ın planı dâhilinde yapar. Ama onlar kurtulamazlar. Yaptıkları her şeyi Allah’ın izni ve büyük bir hikmet dâhilinde yaparlar. Zalim Allah’ın kamçısına maruz kalır, önce onunla sonra ondan intikam alır.
﴾ (وَكَذَلِكَ نُوَلِّي بَعْضَ الظَّالِمِينَ بَعْضًا بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ (129 ﴿
﴾ İşte böylece işledikleri günahlardan ötürü zalimlerin bir kısmını diğer bir kısmına dost yaparız. ﴿
Sen bir fiilin Allah’ın kudreti ile gerçekleştiğini hissedersen rahatlarsın. Kalbin mutmain olur, kalbine güven ve sükûnet girer. Ama insanın fillerinin yaratıcısını olduğuna inanırsan bil ki o insan Allah’ın dilediği şeyleri yapabiliyor. İlme’l-yakin olarak bilmelisin ki her şey Allah’ın iradesi ile gerçekleşir. Allah niçin istedi? Çünkü o gerçekleşti. Çünkü eğer istemeseydi olmazdı. Her şey O’nun isteği ve dileğiyle gerçekleşir. Ve Allah’ın iradesi hikmetle ilişkilidir ve onun hikmeti de mutlak hayır ile irtibatlıdır. İşte tevhid budur.
İnsan şunu şunu yapmaya yönelir. Allah ona güç kuvvet verir. O kuvvet Allah Azze ve Celle’nin fiilidir. O şeye yönelmesi de o kişinin tercihi ve kazancıdır. Ehl-i sünnet ve’l-cemaatin görüşü budur.
(أَمْ حَسِبَ الَّذِينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّئَاتِ أَنْ يَسْبِقُونَا)
“Yoksa kötülük yapan o kişiler bizden kaçıp kurtulabileceklerini mi sandılar?”
Bu ilk anlamıdır. İnsan ne kadar büyük olursa olsun, ne kadar büyük güce sahip olursa olsun Allah’ın kabzası altındadır. Hareket ettiğinde O’nun ilmi ile eder, O’nun kudreti ile, O’nun kudreti ve bilgisi ile hareket eder. Öyleyse bir şeyi yaptığında, terk ettiğinde, saldırdığında, işgal ettiğinde, verdiğinde, aldığında, ulaştığında ya da bıraktığında bu yönlerin hepsini Allah’ın ilmi dahilinde yaparsın, kendi inisiyatifinle değil. Yani bu eylem Allah’ın emrinin önüne geçemez. Bu ilk anlamdır:
(أَمْ حَسِبَ الَّذِينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّئَاتِ أَنْ يَسْبِقُونَا )
“Yoksa kötülük yapan o kişiler bizden kaçıp kurtulabileceklerini mi sandılar?”
2. Kötülük yapanlar ve Allah’ın cezasından kurtulabileceğini zannedenler Allah Azze ve Celle’nin önüne geçmiş sayılırlar:
İkinci anlama gelelim: Kötülük yapanlar bazen kötülük yaptıklarını ve Allah’ın cezasından kurtulabileceklerini zannederler. Allah Azze ve Celle’nin önüne geçerler. Der ki: Bende bir kusur yok. Ama parası haramdır, yediği, içtiği haramdır. Allah Subhanehu ve Teâlâ onun ipini gevşetir ki o Allah’ın kendisinden gafil olduğunu zannetsin. Veya hesaba çekilmeyeceğini, Allah’ın azabından kurtulacağını sansın. Yani o tamamen yanlış bir şekilde Allah Azze ve Celle’nin önüne geçebileceğini zanneder.
İkinci anlam olarak, kişi günah işledi, insanların mallarını gasp etti, zulmetti. O gücün en üst seviyesindedir. Der ki: Hani, Allah nerede? Ben dilediğimi yaptım ama bana bir şey olmadı!! Allah Azze ve Celle de buyurur ki:
(أَمْ حَسِبَ الَّذِينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّئَاتِ أَنْ يَسْبِقُونَا)
“Yoksa kötülük yapan o kişiler bizden kaçıp kurtulabileceklerini mi sandılar?”
Rabbimiz Teala şöyle buyuruyor:
﴾ (قُلْ سِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُجْرِمِينَ (69 ﴿
﴾ “De ki: “Yeryüzünde dolaşın da günahkârların sonu nice oldu, görün!” ﴿
[ Neml Suresi: 69 ]
Buradaki fe bağlacı cezalandırmada sıralamayı ifade eder. Ve der ki:
﴾ (قُلْ سِيرُوا فِي الْأَرْضِ ثُمَّ انْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ (11
﴿
﴾ De ki: Yeryüzünde dolaşın, sonra (hakikati) yalan sayanların sonunun nasıl olduğuna bakın! ﴿
Bir ayette ف bağlacı, bir ayette ثم bağlacı ile gelmiştir. Fe bağlacı ile gelen ayette günahın ardından gelir. Mümkündür, mahkemede yalan yere yeminin ardından, on beş dakika sonra ezilir. Mümkündür. Bazen de kişi kötülük yapar, üzerinden haftalar geçer, yıllar geçer, gayet sağlıklı, güçlü kuvvetlidir. Der ki: Bana bir şey olmadı. Sen Allah’ın kabzasındasın. İp gevşetilmiş, Bu Allah Azze ve Celle’den verilen bir mühlettir. Sen Allah’ın önüne geçmiş oluyorsun. Bir anda ip gerilir, elim ve acı bir azaba çarptırılırsın.
İnsan bir kişinin, bir varlığın istediği tüm günahları işlediğini, ama sağlığının, gücünün, zenginliğinin ve mevkiinin arttığını görür, işte bu fitnedir.
Kötü hüküm sahibine felaket ve yıkım getirir:
(أَمْ حَسِبَ الَّذِينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّئَاتِ أَنْ يَسْبِقُونَا سَاءَ مَا يَحْكُمُونَ)
“Yoksa kötülük yapan o kişiler bizden kaçıp kurtulabileceklerini mi sandılar? Ne kadar yanlış düşünüyorlar!”
Bu kötü, hatalı ve doğru olmayan bir hükümdür. Kötülük yapıp Allah’ın önüne geçebileceğini sanırsın ya da Allah’ın azabından kurtulduğunu, kendi gücünle bir şey yaptığını sanırsın. Asıl kuvvet Allah Celle Celaluhu dur.
(سَاءَ مَا يَحْكُمُونَ)
“Ne kadar yanlış düşünüyorlar!”
Bu hüküm onları daha da kötüleştirecektir. Bunun anlamı, insan her istediğini yapacağını ve bundan dolayı cezalandırılmayacağını zannederse sapkınlığı, zalimliği artar. Ama kişi bir kötülük yaptığında hesaba çekileceğinden eminse bu güzel bir şeydir. Kötü bir amel ama Allah’a dönüş var… Pişmanlık var, tövbe var, istiğfar, günahtan dönme var. Günah işlediğinde mutlaka cezalandırılacağını bilirsen bu çok iyi bir durumdur. Demek ki bu hal, bu duygu, bu inanç, bu düşünce, bu akide kesinlikle seni tövbeye götürmelidir. Ama kötülük yaptığında ceza almayacağını düşünürsen, Allah Teala buyuruyor ki:
(سَاءَ مَا يَحْكُمُونَ)
“Ne kadar yanlış düşünüyorlar!”
Bu çok kötü bir hükümdür ve sahibini helak ve yıkıma götürür.
Bir seferinde size söylememiş miydim: Bir adam hocasından her kötülüğün cezası olduğunu dinler. Dine aykırı bir şey yapar ve Allah’ın kendisini cezalandıracağını düşünür ve bekler; bir hastalık bekler, bir kaza, evinde bir problem, işinde bir sorun bekler. İki ya da üç hafta kadar geçer ve Rabbine yalvarır: “Ya Rabbi, ben sana isyan ettim ama sen beni cezalandırmadın.” Kalbinde bir ses belirir: “Ey kulum, cezalandırdım ama sen anlamadın, seni bana dua etme lezzetinden mahrum etmedim mi?
İnsanı dünya ve ahirette rahatlatan en güzel iman, Allah’tan başka ilah olmadığına imandır:
İnsan bazen Allah ile doğru bir iletişim kurar ve der ki: Ben Rabbimi anladım. Ona ikram etti ve o da bu ikramın sırrını anladı. Sıkıntı verdi, sıkıntının hikmetini anladı. İmam Şarani şöyle dememiş miydi: Ben Allah katındaki makamımı hanımımın ahlakından bilirim.” Bazen insan hanımından sıkılır, bazen kadın Allah Azze ve Celle tarafından eşini hatırlatmak için itaat ettirilir. İnsan belli bir mertebeye ulaştığı zaman Allah’ı anlamaya başlar. Bir şeyin kendisine bir hikmet gereği verildiğini, sıkıntılı olan şeyin de yine hikmet gereği verildiğini hisseder. Allah’ın bütün fiillerinin son derece hikmet, rahmet, adalet ve lütuf ile dolu olduğunu hissetmeye başladığında O zaman Allah’ın kaza ve kaderinden razı olur. Şöyle buyrulmuştur: “Kadere iman tasa ve hüznü giderir.”… Allah’ın dilediği olur, dilemediği olmaz. Ebu’d-Derda’dan nakledildiğine göre Efendimiz şöyle buyurmuştur:
لِكُلِّ شَيْءٍ حَقِيقَةٌ، وَمَا بَلَغَ عَبْدٌ حَقِيقَةَ الْإِيمَانِ حَتَّى يَعْلَمَ أَنَّ مَا أَصَابَهُ لَمْ يَكُنْ لِيُخْطِئَهُ، وَمَا أَخْطَأَهُ لَمْ يَكُنْ لِيُصِيبَهُ
[ أحمد : الهيثمي : مجمع الزوائد : رجاله ثقات ]
(( “Her şeyin bir hakikati vardır. Kul, başına gelenin kaçınılmaz olarak başına geleceğini, başına gelmeyenin de zaten başına gelmeyecek olduğunu bilmedikçe iman derecesine ulaşamaz.” ))
[ Ahmed, Heysemi: Mucemu’z-Zevaid, ravileri güvenilirdir. ]
Kullardan öğrendiklerin tevhidden daha iyidir. Seni dünya ve ahirette rahatlatacak olan en güzel inanç Allah’tan başka ilah olmadığına, O’ndan başka mabud olmadığına, Allah’tan başka kimsenin yüceltip alçaltamayacağına, kimsenin verip alamayacağına, kimsenin rızık veremeyeceği, yayıp sıkamayacağına, zelil edip izzetli kılamayacağına iman etmendir. Yani kim bir derdi mesele haline getirirse Allah ona tüm dertleri verir. Bir kişinin rızası için çalışırsın ve herkesin rızası sana gelir. Kullardan öğrendiklerin tevhidden daha iyidir.
Yukarıda geçenlerin özeti:
Öyleyse,
(أَمْ حَسِبَ الَّذِينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّئَاتِ أَنْ يَسْبِقُونَا)
“Yoksa kötülük yapan o kişiler bizden kaçıp kurtulabileceklerini mi sandılar?”
Bu ayetin iki anlamı vardır: İlki, insanların kendi fiillerinin yaratıcısı olduklarını düşünmeleridir. Kendilerini Allah’tan bağımsız zannederler. Sanki Allah Azze ve Celle’nin önüne geçerler. Bu şirktir. Kim buna inanıyorsa bu şirktir. İnsana ancak kendi kazancı vardır…
(لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْ)
“lehinde olanı da kendi kazandığıdır, aleyhinde olanı da kendi kazandığıdır.”
Kazanç (kesb) sadece bir şeye yönelmektir, Ama bu şeyin gerçekleşmesindeki kudret Allah’ın kudretidir. İşlerin hepsi Allah’ın elindedir. Bu ilk manadır.
İkinci anlam da şöyle: Kötülük yaparlar, yerlerin ve göklerin sahibi olan Allah’ın azabından kurtulurlar ve sanki Allah’ın önüne geçmiş, sanki O’na meydan okumuş gibi hissederler. Der ki: Hayır, ben sizin için cezayı öne alabilir veya erteleyebilirim. Bu yüzden Cenab-ı Hak buyuruyor ki:
(وَلَا تَحْسَبَنَّ اللَّهَ غَافِلاً عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَ إِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ فِيهِ الْأَبْصَارُ (42
﴾ Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! O sadece, onların işini bir güne erteliyor ki, o gün gözler dehşetten dışarı fırlamış; ﴿
Allah Duaları işiten ve niyetleri bilendir:
(مَنْ كَانَ يَرْجُو لِقَاءَ اللَّهِ فَإِنَّ أَجَلَ اللَّهِ لَآتٍ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ)
“Kim Allah’a kavuşmayı arzu ederse bilsin ki Allah’ın belirlediği sürenin sonu mutlaka gelecektir. O, her şeyi bilir, her şeyi işitir.”
Bazı alimler Allah’a kavuşmayı cennet olarak tefsir ederler. Kim cenneti istiyorsa şüphesiz cennet gelecektir. Ve ölümden sonra insana görünecektir.
(مَنْ كَانَ يَرْجُو لِقَاءَ اللَّهِ فَإِنَّ أَجَلَ اللَّهِ لَآتٍ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ)
“Kim Allah’a kavuşmayı arzu ederse bilsin ki Allah’ın belirlediği sürenin sonu mutlaka gelecektir. O, her şeyi bilir, her şeyi işitir.”
Yani dualarınızı işitir, niyetlerinizi bilir.
Kuran’ı Kerim’de Dil Mucizesi:
Allah Azze ve Celle gelecekte yaşanacak bir olayı geçmiş zaman ile zikretmiştir. Dil âlimleri diyor ki: Bu olayın gerçekleşmesi babındandır. Yani Allah’ın vaadi haktır. Allah Teâlâ mümine cenneti vaat etmiştir ve cennet haktır. Hatta bazıları der ki:
﴾ (أَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِأَصْحَابِ الْفِيلِ (1 ﴿
﴾ Rabbin fil ordusuna ne yaptı, görmedin mi? ﴿
Burada şöyle bir soru ortaya çıkıyor: Ben vallahi görmedim, bu çok eski bir hadisedir. Der ki: Haber Kuran’da mevcutsa sanki birebir görülmüş gibidir. Haber Kuran’da verildiği sürece onu görmüş gibi olursun. Vaat eğer Kuran’da ise o kesinlikle gerçekleşmiş gibidir.
﴾ اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ لَيَجْمَعَنَّكُمْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ لَا رَيْبَ فِيهِ وَمَنْ أَصْدَقُ مِنَ اللَّهِ حَدِيثًا ﴿
﴾ Allah -ki, kendisinden başka tanrı yoktur- elbette kıyamet günü hepinizi huzuruna toplayacaktır, bunda hiçbir kuşku yoktur. Sözce Allah’tan daha doğru kim vardır! ﴿
إِنَّ اللَّهَ اشْتَرَى مِنَ الْمُؤْمِنِينَ أَنْفُسَهُمْ وَأَمْوَالَهُمْ بِأَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَيَقْتُلُونَ وَيُقْتَلُونَ وَعْدًا عَلَيْهِ حَقًّا فِي التَّوْرَاةِ وَالْإِنْجِيلِ وَالْقُرْآنِ وَمَنْ أَوْفَى بِعَهْدِهِ مِنَ اللَّهِ فَاسْتَبْشِرُوا بِبَيْعِكُمُ الَّذِي بَايَعْتُمْ بِهِ وَذَلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ
[
سورة التوبة الاية: 111
]
﴾ Allah, kendi yolunda çarpışırken öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını, karşılığında cennet vermek üzere satın almıştır. Bu, Allah’ın Tevrat’ta, İncil’de ve Kuran’da yer almış gerçek bir vaadidir. Kim Allah’tan daha fazla sözüne bağlı olabilir! O halde yaptığınız bu alışverişten ötürü sevinin. İşte büyük bahtiyarlık da budur. ﴿
İnsan vakitten ibarettir:
Öyleyse,
(مَنْ كَانَ يَرْجُو لِقَاءَ اللَّهِ فَإِنَّ أَجَلَ اللَّهِ لَآتٍ)
“Kim Allah’a kavuşmayı arzu ederse bilsin ki Allah’ın belirlediği sürenin sonu mutlaka gelecektir.”
Gerçek şu ki, zaman hızlı geçer, bildiğiniz gibi insan zamandan ibarettir. İnsan vakittir, birkaç günden ibarettir. Gün geçtikçe insanın da bir parçası eksilir. Hayatından kırk yıl geçen insan kendine şunu sorar: Bu kırk yıl nasıl geçti? Göz açıp kapayıncaya kadar. İşte böyle hayat geçer. Gündelik konuşmada şöyle derler: Dokunma ışıkları… Kendini Allah’ın huzurunda bulursun, her şey geçer ve sen hesaba çekileceksin.
Şöyle ki, insan hakikati kesinlikle görecek ama öldüğünde… Ama marifet ölüm anından önce bunu görebilmektir. Firavun dememiş miydi:
(آمَنْتُ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا الَّذِي آمَنَتْ بِهِ بَنُو إِسْرَائِيلَ)
“Elhak inandım ki, İsrâiloğulları’nın iman ettiğinden başka tanrı yokmuş!”
Allah Tela buyuruyor ki:
﴾ (لَقَدْ كُنْتَ فِي غَفْلَةٍ مِنْ هَذَا فَكَشَفْنَا عَنْكَ غِطَاءَكَ فَبَصَرُكَ الْيَوْمَ حَدِيدٌ (22 ﴿
﴾ Ant olsun ki sen bugünün geleceğinden gaflet içindeydin. İşte senden perdeyi kaldırdık. Artık bugün gerçeği bütün açıklığıyla görüyorsun. ﴿
Hakikat bilinmelidir, ama ölümde ancak bilinir. Ama mümin faydalanabilmek adına bunu ölümden önce bilir. İstifade eder. Öyleyse:
(مَنْ كَانَ يَرْجُو لِقَاءَ اللَّهِ فَإِنَّ أَجَلَ اللَّهِ لَآتٍ)
“Kim Allah’a kavuşmayı arzu ederse bilsin ki Allah’ın belirlediği sürenin sonu mutlaka gelecektir.”
Ancak Rabbimiz Azze ve Celle hikmet sahibidir. Hikmeti vardı, sana ya açılır ya açılmaz. Kalbine bu tecelli eder ya da etmez. Bu ya da şu yolla sana ilham eder. Allah’ın emirlerine teslim olduğun müddetçe Allah senin Rabbindir. Senin halden hale geçmene tanıklık eder. Makamdan makama, durumdan duruma, halden hale, seviyeden seviyeye, amelden amele taşır. Ama marifet iyi niyet sahibi olmaktır. Gerisi Allah’a kalmıştır.
﴾ (بَلِ اللَّهَ فَاعْبُدْ وَكُنْ مِنَ الشَّاكِرِينَ (66
﴿
﴾ Hayır! Yalnız Allah’a kulluk et ve şükredenlerden ol! ﴿
Görev ve sorumluluğun insan doğasıyla çelişmesi:
(وَمَنْ جَاهَدَ فَإِنَّمَا يُجَاهِدُ لِنَفْسِهِ)
“Her kim elinden gelen çabayı gösterirse yalnız kendi iyiliği için çabalamış olur;”
Şöyle ki, Allah Teala görev ve sorumlukların insanın doğasıyla çelişmesini murat etmiştir. Cihat budur. Görevler tabiatla çelişir. Tabiatın seni uykuya çağırır, ama sen sabah namazı ile mükellefsindir. Doğan gereği kadınlara bakma isteği duyarsın ama görev ve sorumluluğun gözlerini haramdan sakınmanı söyler. Tabiatın sana mal biriktirmeni söyler ama sorumluluğun infak etmeni… Tabiatın gereği öfkeni gidermek için insanlar hakkında konuşmak istersin, sorumluluğun gıybet etmemeni söyler. Mükellefiyetin daima tabiatınla çelişir ki Allah katında yükselebilesin. Eğer görevler insan tabiatına uygun olarak gelseydi, Allah katında yükselme olamazdı. Ne yaptın? Bir insan uyumaya giderse, yorgunsa uyur zaten. Peki, ne hisseder? Bu büyük bir itaat ameli midir? Ülkeleri fethetmek, fedakarlık yapmak mı? Kardeşim ben fedakârlık yaptım, uyudum. Uyudum rahatladım. Görev ve sorumluluk eğer tabiata uygun olsaydı asla Allah katında yükselemezdin. Allah Teala sana şehvet ve arzuları vermeseydi, yine yükselemezdin. Eğer sen bir kadını görmeyi sevmesen, istemesen gözlerini ona kapatmanın anlamı var mı? Ama Allah Teala kalbine kadın sevgisi vermiştir, mal sevgisi, dünyada yükselme sevgisi vermiştir. Şehvetler olmasaydı kazanamazdın. Öyleyse görev ve sorumluluk senin yücelmen için verilmiştir. Bunun adı mükellefiyettir. Üstlenilen bir şeydir; Namaz, oruç, hac, zekat, gözleri harama kapatmak, Allah’ı zikretmek, iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak, infak etmek, bunların hepsi mükellefiyetlerdir.
Bir annenin evladını sevmesi doğası gereğidir. Bu yüzden ona bu emredilmez. Ama evladın annesine iyilik yapması bir görevdir. Bu yüzden emredilmiştir:
(وَوَصَّيْنَا الإِنْسَانَ بِوَالِدَيْهِ)
“Biz insana anne babasına iyi davranmasını emrettik.”
Tabiatta olan şey emir ve yasağın olmamasıdır. Bu çok doğaldır. İnsan anlamadan Allah Teala’ya itaat eder. Açsan yersin, ne yaptın? Bir şey yapmadın. Fıtratın seni çağırdı, doğan gereği yaptın. Tabiatına aykırı olan bir şeyi yaptığında Allah katında merteben yükselir. Tabiata aykırı davranılmadığı sürece bu mümkün değildir. Delili de şu ayettir:
﴾ (وَأَمَّا مَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّهِ وَنَهَى النَّفْسَ عَنِ الْهَوَى (40) فَإِنَّ الْجَنَّةَ هِيَ الْمَأْوَى (41 ﴿
﴾ Rabbinin huzurunda (hesap vermekten) korkan ve nefsine kötü arzuları yasaklayana gelince, onun barınağı da şüphe yok ki cennetin ta kendisidir. ﴿
[ Naziat Suresi: 40-41 ]
Cihat çeşitlerinden biri Kuran’ı anlamak, öğrenmek ve öğretmektir:
(وَمَنْ جَاهَدَ فَإِنَّمَا يُجَاهِدُ لِنَفْسِهِ)
“Her kim elinden gelen çabayı gösterirse yalnız kendi iyiliği için çabalamış olur;”
Bizim Kuran ayetlerimiz var. Cenab-ı Hak buyuruyor ki:
﴾ (فَلَا تُطِعِ الْكَافِرِينَ وَجَاهِدْهُمْ بِهِ جِهَادًا كَبِيرًا (52
﴿
﴾ Öyleyse artık inkârcılara boyun eğme, bu Kuran’la onlara karşı bütün gücünle mücadeleni sürdür. ﴿
Burada zamir nereye gider? Kuran’a gider.
( (وَجَاهِدْهُمْ بِهِ جِهَادًا كَبِيرًا (52 )
“ bu Kuran’la onlara karşı bütün gücünle mücadeleni sürdür.”
Öyleyse Kuran’ı anlamak, öğrenmek ve uygulamak da bir çeşit cihattır.
(وَجَاهِدْهُمْ بِهِ)
“onlara karşı bütün gücünle mücadeleni sürdür.”
Onu okuyarak, anlayarak, öğrenerek, uygulayarak yap bunu… Cihat çeşit çeşittir. Nefis ve heva ile cihat vardır, kafirlere karşı cihat vardır, bir de öğrenme ve öğretme cihadı vardır.
Kim çabalarda kendisi için çabalar, çünkü Allah Azze ve Celle’nin insanlara ihtiyacı yoktur
(وَمَنْ جَاهَدَ)
“Kim çabalarsa”
Allah onu serbest bırakır, Usul kaidesinde mutlak olan kendi mutlaklığına döner.
(وَمَنْ جَاهَدَ )
“Kim çabalarsa”
İster malıyla, ister vaktiyle, ister aklıyla, isterse kaslarıyla…
(وَمَنْ جَاهَدَ فَإِنَّمَا يُجَاهِدُ لِنَفْسِهِ)
“Her kim elinden gelen çabayı gösterirse yalnız kendi iyiliği için çabalamış olur;”
İnsan bir sıkıntıya katlanırsa mesela arabaya biner, bankaya bir miktar para yatırır. Bunun helal ya da haram olmasıyla şu an ilgilenmiyoruz. Sadece örnek verelim. Ne yapar? Bir yatırım için yüksek miktarda ödeme yapmıştır. Sonra onu şöyle derken bulursun: Kardeşim ben ödedim. Bu makbuz senin, yılsonunda karı da yüzde otuz. Sen de bizim için ister misin? Kardeşim arabalara bindin, saatler sonra ulaştın, bekledin, para ödedin. Makbuzu aldın. Ne yaptın? Bu meşakkate çıkarın için katlandın. Sonucu sana döndü yine. Rabbimiz bizi temine diyor; Düşünür, iman eder, istikamet üzere olur, gözlerini sakınır, ilim meclislerine katılır, öğrenir ve öğretirsen, hizmet eder, çabalar, infak edersen bunları asla kendinden başkası için yapmazsın.
(وَمَنْ جَاهَدَ فَإِنَّمَا يُجَاهِدُ لِنَفْسِهِ إِنَّ اللَّهَ لَغَنِيٌّ عَنِ الْعَالَمِينَ)
“Her kim elinden gelen çabayı gösterirse yalnız kendi iyiliği için çabalamış olur; çünkü Allah’ın, hiç kimsenin hiçbir şeyine ihtiyacı yoktur.”
O’nun sana ihtiyacı yoktur ama övülmeye değerdir. Sana muhtaç değildir ama sana hamd edeceğin şekilde muamele eder.
(وَمَنْ جَاهَدَ فَإِنَّمَا يُجَاهِدُ لِنَفْسِهِ إِنَّ اللَّهَ لَغَنِيٌّ عَنِ الْعَالَمِينَ)
“Her kim elinden gelen çabayı gösterirse yalnız kendi iyiliği için çabalamış olur; çünkü Allah’ın, hiç kimsenin hiçbir şeyine ihtiyacı yoktur.”
Hamd Alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.