- Islam akaidi
- /
- 3.Kuran ve Sünnet Işığında İtikat
Rabbanî ne demektir?
﴾ وَلَكِنْ كُونُوا رَبَّانِيِّينَ ﴿
﴾ rabbaniler (Allah’ın istediği örnek ve dindar kullar) olun ﴿
قُلْ مَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ أَمَّنْ يَمْلِكُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَمَنْ يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ وَمَنْ يُدَبِّرُ الْأَمْرَ فَسَيَقُولُونَ اللَّهُ
﴾ “De ki: “Sizi gökten ve yerden kim rızıklandırıyor? Ya da işitme ve görme yetisi üzerinde kim mutlak hâkimdir? Ölüden diriyi, diriden ölüyü kim çıkarıyor? İşleri kim yürütüyor?” “Allah” diyecekler.” ﴿
﴾ لَهُ الْخَلْقُ وَالْأَمْرُ ﴿
﴾ Dikkat edin, yaratmak da, emretmek de yalnız O’na mahsustur. ﴿
Âlemlerin Rabbi ne demektir?
﴾ وَلَكِنْ كُونُوا رَبَّانِيِّينَ بِمَا كُنْتُمْ تُعَلِّمُونَ الْكِتَابَ وَبِمَا كُنْتُمْ تَدْرُسُونَ ﴿
﴾ Fakat (şöyle öğüt verir:) “Öğretmekte ve derinlemesine incelemekte olduğunuz Kitap uyarınca rabbânîler (Allah’ın istediği örnek ve dindar kullar) olun. ﴿
﴾ ارْجِعْ إِلَى رَبِّكَ ﴿
﴾ Efendine dön ﴿
Alemlerin Rabbi olan Allah’a layık mümin bir rabbani olmak için gerekli olan özelikler:
1. Allah’tan başka yaratıcı olmadığına iman etmek:
﴾ أَمْ خُلِقُوا مِنْ غَيْرِ شَيْءٍ أَمْ هُمُ الْخَالِقُونَ * أَمْ خَلَقُوا السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ بَل لَا يُوقِنُونَ ﴿
﴾ Acaba onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? Yoksa kendileri mi yaratıcıdırlar? Yoksa, gökleri ve yeri onlar mı yarattılar? Hayır, onlar kesin olarak inanmıyorlar. ﴿
Ve her şeyde O’nun birliğine delalet eden işaretler vardır.
Tüm insanların ortak paydaları:
﴾ أَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْأَمْرُ تَبَارَكَ اللَّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ ﴿
﴾ Bilesiniz ki, halk da emir de (yaratma ve yönetme) yalnız O’na aittir. Âlemlerin rabbi olan Allah yüceler yücesidir. ﴿
﴾ وَلَئِنْ سَأَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ لَيَقُولُنَّ اللَّهُ فَأَنَّى يُؤْفَكُونَ ﴿
﴾ “Andolsun, eğer onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı hizmetinize kim verdi?” diye soracak olsan mutlaka, “Allah” diyeceklerdir. O hâlde nasıl (haktan) döndürülüyorlar?” ﴿
﴾ وَجَحَدُوا بِهَا وَاسْتَيْقَنَتْهَا أَنْفُسُهُمْ ﴿
﴾ Kendileri de bunların hak olduklarını kesin olarak bildikleri hâlde ﴿
﴾ قَالَ فَمَنْ رَبُّكُمَا يَا مُوسَى ﴿
﴾ Firavun, “Sizin Rabbiniz kim, ey Mûsâ?” dedi. ﴿
﴾ رَبُّنَا الَّذِي أَعْطَى كُلَّ شَيْءٍ خَلْقَهُ ثُمَّ هَدَى ﴿
﴾ Mûsâ, “Rabbimiz, her şeye hilkatini (yaratılış özelliklerini) veren, sonra onlara yol gösterendir” dedi. ﴿
Allah’ın yerleri ve gökleri yarattığına dair delil nedir?
Allah’a İmanın Fıtrattan geldiğini kanıtlayan örnekler:
Allah’a İmanın Delilleri:
﴾ أَمَّنْ يُجِيبُ الْمُضْطَرَّ إِذَا دَعَاهُ ﴿
﴾ Yahut kendisine dua ettiği zaman zorda kalmışa cevap veren ﴿
﴾ أَفِي اللَّهِ شَكٌّ فَاطِرِ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ ﴿
﴾ Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi var? ﴿
Bu örneğin arkasından:
﴾ إِذْ نَادَى رَبَّهُ نِدَاءً خَفِيّاً ﴿
﴾ Hani o, Rabbine gizli bir sesle yalvarmıştı. ﴿
2. Kainat ile ilgili Allah’tan başka bir malik ve tasarruf yapabilecek bir varlık olmadığına iman etmek gerekir:
﴾ لَيْسَ لَكَ مِنَ الأَمْرِ شَيْءٌ ﴿
﴾ Bu işte senin yapacağın bir şey yoktur. ﴿
﴾ وَمَا رَمَيْتَ إِذْ رَمَيْتَ وَلَكِنَّ اللَّهَ رَمَى ﴿
﴾ Attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı. ﴿
﴾ فَكِيدُونِي جَمِيعاً ثُمَّ لَا تُنْظِرُونِ * إِنِّي تَوَكَّلْتُ عَلَى اللَّهِ رَبِّي وَرَبِّكُمْ ﴿
﴾ Haydi hepiniz toptan bana tuzak kurun, sonra da bana göz açtırmayın. Ben, ancak benim de sizin de Rabbiniz olan Allah'a güvenirim. ﴿
﴾ مَا مِنْ دَابَّةٍ إِلَّا هُوَ آخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا ﴿
﴾ Hiçbir canlı yoktur ki Allah ona el koymamış bulunsun. ﴿
﴾إِنَّ رَبِّي عَلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ﴿
﴾ Rabbim elbette doğru yoldadır. ﴿
﴾ وَلِلَّهِ مُلْكُ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ ﴿
﴾ Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır ﴿
﴾ وَإِلَيْهِ يُرْجَعُ الْأَمْرُ كُلُّهُ فَاعْبُدْهُ وَتَوَكَّلْ عَلَيْهِ ﴿
﴾ Bütün işler O’na döndürülür. Öyle ise O’na kulluk et ve O’na tevekkül et ﴿
﴾ لَهُ مَقَالِيدُ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ ﴿
﴾ Göklerin ve yerin anahtarları O’nundur. ﴿
﴾ لَيْسَ لَكَ مِنَ الْأَمْرِ شَيْءٌ ﴿
﴾ Bu işte senin yapacağın bir şey yoktur. ﴿
﴾ قُلْ لَا أَمْلِكُ لِنَفْسِي نَفْعاً وَلَا ضَرّاً إِلَّا مَا شَاءَ اللَّهُ ﴿
﴾ De ki: Allah dilemedikçe, kendime bir yarar sağlamak ya da kendimden bir zararı uzaklaştırmak benim elimde değil. ﴿
قُلْتُ: يَا رَسُولَ اللَّهِ! إِلَامَ تَدْعُو؟ قَالَ: أَدْعُو إِلَى اللَّهِ وَحْدَهُ؛ الَّذِي إِنْ مَسَّكَ ضُرٌّ فَدَعَوْتَهُ كَشَفَ عَنْكَ, وَالَّذِي إِنْ ضَلَلْتَ بِأَرْضٍ قَفْرٍ دَعَوْتَهُ رَدَّ عَلَيْكَ, وَالَّذِي إِنْ أَصَابَتْكَ سَنَةٌ فَدَعَوْتَهُ أَنْبَتَ عَلَيْكَ, قَالَ: قُلْتُ: فَأَوْصِنِي, قَالَ: لَا تَسُبَّنَّ أَحَدًا, وَلَا تَزْهَدَنَّ فِي الْمَعْرُوفِ, وَلَوْ أَنْ تَلْقَى أَخَاكَ وَأَنْتَ مُنْبَسِطٌ إِلَيْهِ وَجْهُكَ, وَلَوْ أَنْ تُفْرِغَ مِنْ دَلْوِكَ فِي إِنَاءِ الْمُسْتَسْقِي, وَاتَّزِرْ إِلَى نِصْفِ السَّاقِ, فَإِنْ أَبَيْتَ فَإِلَى الْكَعْبَيْنِ, وَإِيَّاكَ وَإِسْبَالَ الْإِزَارِ, فَإِنَّ إِسْبَالَ الْإِزَارِ مِنْ الْمَخِيلَةِ, وَإِنَّ اللَّهَ تَبَارَكَ وَتَعَالَى لَا يُحِبُّ الْمَخِيلَةَ
(( Dedim ki: “Ya Rasulallah, neye dua ediyorsun?” Şöyle buyurdu: “ Ben yalnız Allah’a dua ederim. Sana biri zarar verirse ve sen dua edersin ve o kötülük senden gider. Çorak bir arazide kaybolursun, dua edersin ve duana cevap verilir. Bir uyuklama gelir de Allah’a dua edersin o senden giderilir. “Ya Rasulallah bana nasihat et” dedim. Şöyle buyurdu: "Kimseye sövme. Hiç bir iyiliği de küçümseyip terk etme. Bu iyilik kardeşinle güler yüz ile konuşmak olsa bile. Bu iyilik, kovandaki suyu su dağıtan birinin kabına boşaltmak olsa bile. İzarın uzunluğu bacak baldırlarının ortasına kadardır. Daha da uzatmak istersen biraz daha indirirsin; İzarını yerde sürümekten sakın. Çünkü izarı yerde sürümek kibirliliktir. Allah Teala kibiri sevmez" buyurdu. ))
(( أيكم محمد؟ ))
(( Muhammed hanginiz? ))
(( ذاك الوضيء ))
(( O bir ışıktı ))
قُلْتُ: يَا رَسُولَ اللَّهِ! إِلَامَ تَدْعُ؟ قَالَ: أَدْعُو إِلَى اللَّهِ وَحْدَهُ؛ الَّذِي إِنْ مَسَّكَ ضُرٌّ فَدَعَوْتَهُ كَشَفَ عَنْكَ -من هو الله؟ من إذا كان بك ضر فدعوته فكشفه عنك-, وَالَّذِي إِنْ ضَلَلْتَ بِأَرْضٍ قَفْرٍ دَعَوْتَهُ رَدَّ عَلَيْكَ, وَالَّذِي إِنْ أَصَابَتْكَ سَنَةٌ فَدَعَوْتَهُ أَنْبَتَ عَلَيْكَ
(( Dedim ki: “Ya Rasulallah, neye dua ediyorsun?” Şöyle buyurdu: “ Ben yalnız Allah’a dua ederim. Sana biri zarar verirse ve sen dua edersin ve o kötülük senden gider. Çorak bir arazide kaybolursun, dua edersin ve duana cevap verilir. Bir uyuklama gelir de Allah’a dua edersin o senden giderilir. ))
3. Şuna Kesinlikle İman etmelisin ki, hakikatte Allah’tan başka zarar ya da fayda verebilecek bir varlık yoktur.
﴾ قُلْ أَنَدْعُو مِنْ دُونِ اللهِ مَا لاَ يَنْفَعُنَا وَلاَ يَضُرُّنَا ﴿
﴾ De ki: “Allah’ı bırakıp, bize fayda da zarar da veremeyecek olan şeylere mi tapalım? ﴿
﴾ قُلْ أَنَدْعُو مِنْ دُونِ اللهِ مَا لاَ يَنْفَعُنَا وَلاَ يَضُرُّنَا ﴿
﴾ “De ki: “Allah’ı bırakıp, bize fayda da zarar da veremeyecek olan şeylere mi tapalım?” ﴿
Batıl İnanç:
Alay edenlere karşı sabrediyorum ve onlara zamanın hiçliğinde kaybolmayacağımı gösteriyorum
Ölüm tırnaklarını geçirdi mi hiçbir muska işe yaramaz
فَأَمَّا مَنْ أَعْطَى وَاتَّقَى * وَصَدَّقَ بِالْحُسْنَى * فَسَنُيَسِّرُهُ لِلْيُسْرَى * وَأَمَّا مَنْ بَخِلَ وَاسْتَغْنَى * وَكَذَّبَ بِالْحُسْنَى * فَسَنُيَسِّرُهُ لِلْعُسْرَى
Şunu iyi bilin:
قُلْ أَفَرَأَيْتُمْ مَا تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ إِنْ أَرَادَنِيَ اللَّهُ بِضُرٍّ هَلْ هُنَّ كَاشِفَاتُ ضُرِّهِ أَوْ أَرَادَنِي بِرَحْمَةٍ هَلْ هُنَّ مُمْسِكَاتُ رَحْمَتِهِ قُلْ حَسْبِيَ اللَّهُ عَلَيْهِ يَتَوَكَّلُ الْمُتَوَكِّلُونَ
﴾ “De ki: "O halde Allah'ın yanı sıra yöneldiğiniz ilahlar, eğer Allah bana bir sıkıntı vermek istese, o sıkıntıya engel olabilirler mi? Veya Allah bana bir rahmet dilese, buna engel olabilirler mi? De ki: "Allah bana yeter!" De ki: "Sığınıp güvenmek isteyenler, yalnızca O'na sığınıp güvensinler." ﴿
Şu hadisin konusu nedir?:
مِنْ صُفْرٍ، فَقَالَ: وَيْحَكَ مَا هَذِهِ؟ قَالَ: مِنْ الْوَاهِنَةِ، قَالَ: أَمَا إِنَّهَا لَا تَزِيدُكَ إِلَّا وَهْنًا، انْبِذْهَا عَنْكَ، فَإِنَّكَ لَوْ مِتَّ وَهِيَ عَلَيْكَ, مَا أَفْلَحْتَ أَبَدًا
(( Sarı bir halka, yazıklar olsun sana bu nedir? Diye sordu. Adam “kolumdaki ağrıdan dolayı onu taktım” dedi. Efendimiz şöyle buyuru: “Onu çıkar, çünkü o ağrını arttırmaktan başka bir işe yaramaz. Eğer o üzerindeyken ölseydin ebediyen kurtulamazdın. ))
(( أَمَا إِنَّهَا لَا تَزِيدُكَ إِلَّا وَهْنًا، انْبِذْهَا عَنْكَ، فَإِنَّكَ لَوْ مِتَّ وَهِيَ عَلَيْكَ, مَا أَفْلَحْتَ أَبَدًا ))
(( O ağrını arttırmaktan başka bir işe yaramaz. Eğer o üzerindeyken ölseydin ebediyen kurtulamazdın. ))
كَانَ عَبْدُ اللَّهِ إِذَا جَاءَ مِنْ حَاجَةٍ, فَانْتَهَى إِلَى الْبَابِ تَنَحْنَحَ, وَبَزَقَ كَرَاهِيَةَ أَنْ يَهْجُمَ مِنَّا عَلَى شَيْءٍ يَكْرَهُهُ, قَالَتْ: وَإِنَّهُ جَاءَ ذَاتَ يَوْمٍ فَتَنَحْنَحَ, قَالَتْ: وَعِنْدِي عَجُوزٌ تَرْقِينِي مِنْ الْحُمْرَةِ, فَأَدْخَلْتُهَا تَحْتَ السَّرِيرِ, فَدَخَلَ فَجَلَسَ إِلَى جَنْبِي, فَرَأَى فِي عُنُقِي خَيْطًا, قَالَ: مَا هَذَا الْخَيْطُ؟ قَالَتْ: قُلْتُ: خَيْطٌ أُرْقِيَ لِي فِيهِ
(( Abdullah bir ihtiyacını gördükten sonra evin kapısına geldiği (eve gireceği) zaman, yanımızda kendisinin hoşlanmayacağı bir şeyle ansızın karşılaşmamak için öksürüp tükürürdü. Nitekim bir gün Abdullah aynı şekilde geldi ve kapının önünde öksürdü. Bu sırada yanımda yaşlı bir kadın vardı,bana humra (denilen bir veba çeşidine) karşı rukye yapardı.Bunun üzerine yaşlı kadını karyolanın altına girdirdim. Abdullah gelip yanıma oturdu. Bu sırada boynumdaki ipi görünce: - Bu ip nedir? diye sordu. (Zeynep) dedi ki: Ben: Onunla bana rukye yapılan bir iptir, dedim
قَالَتْ: فَأَخَذَهُ فَقَطَعَهُ, ثُمَّ قَالَ: إِنَّ آلَ عَبْدِ اللَّهِ لَأَغْنِيَاءُ عَنْ الشِّرْكِ, سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ: إِنَّ الرُّقَى وَالتَّمَائِمَ وَالتِّوَلَةَ شِرْكٌ
(Zeynep) dedi ki: Abdullah onu derhal çekip kopardı. Sonra şöyle dedi: Abdullah'ın âilesi şirkten uzaktır. Ben, Rasûlullah (s.a.v.)’in: "Rukyeler, nazarlıklar ve (kadını kocasına sevdiren) muhabbet muskalarının her biri, (ya açıktan ya da gizli olarak) şirke götürür, dediğini işittim. ))
حَسِبْتُ أَنَّهُ قَالَ, وَالنَّاسُ فِي مَبِيتِهِمْ, فَأَرْسَلَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ رَسُولًا أَنْ لَا يَبْقَيَنَّ فِي رَقَبَةِ بَعِيرٍ قِلَادَةٌ مِنْ وَتَرٍ أَوْ قِلَادَةٌ إِلَّا قُطِعَتْ
(( “Zannederim halk geceledikleri yerlerinde idi, Resulullah (sav) bir elçi gönderdi. Hiç bir devenin boynunda kesilmedik kirişden bir gerdanlık —yahut bir gerdanlık— kalmasın!» buyurdular. ))
İslam’da Rukyenin (Okumanın) çeşitleri:
كُنَّا نَرْقِي فِي الْجَاهِلِيَّةِ, فَقُلْنَا: يَا رَسُولَ اللَّهِ! كَيْفَ تَرَى فِي ذَلِكَ؟ فَقَالَ: اعْرِضُوا عَلَيَّ رُقَاكُمْ لَا بَأْسَ بِالرُّقَى مَا لَمْ يَكُنْ شِرْكٌ
(( Biz cahiliye devrinde rukye yapardık. Bilâhare: Ya Resulullah! Bu hususta ne buyururdun? dedik. “Bana rukyenizi gösterin! İçerisinde şirk olmadıkça rukyede bir beis yoktur.”buyurdular. ))
4. Varlıklar üzerinde sadece Allah Teala’nın kanun koyucu olduğuna inanmak:
Mantıklı!!!
﴾ وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُوا أَيْدِيَهُمَا ﴿
﴾ Hırsızlık yapan erkeğin ve kadının, her ikisinin de ellerini, Allah'tan caydırıcı bir ceza olarak kesin. ﴿
﴾ أَمْ لَهُمْ شُرَكَاءُ شَرَعُوا لَهُمْ مِنَ الدِّينِ مَا لَمْ يَأْذَنْ بِهِ اللَّهُ ﴿
﴾ Yoksa, Allah’ın izin vermediği şeyleri, kendilerine dinden şeriat kılan/kanun yapan ortakları mı var? ﴿
Şu ayetlerin üzerinde biraz dur:
﴾ أَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْأَمْرُ تَبَارَكَ اللَّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ ﴿
﴾ Bilesiniz ki, halk da emir de (yaratma ve yönetme) yalnız O’na aittir. Âlemlerin rabbi olan Allah yüceler yücesidir. ﴿
﴾ وَاللَّهُ يَحْكُمُ لَا مُعَقِّبَ لِحُكْمِهِ ﴿
﴾ Karar veren Allah'tır ve O'nun verdiği kararı bozacak hiç kimse yoktur.﴿
﴾ وَلَا يُشْرِكُ فِي حُكْمِهِ أَحَداً ﴿
﴾ O, hükümranlığına kimseyi ortak etmez. ﴿
﴾ وَكُلَّ شَيْءٍ فَصَّلْنَاهُ تَفْصِيلاً ﴿
﴾ İşte biz her şeyi açık açık anlattık. ﴿
﴾ وَنَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ تِبْيَاناً لِكُلِّ شَيْءٍ ﴿
﴾ Sana bu kitabı; her şey için bir açıklama, doğru yolu gösteren bir rehber olarak indirdik.﴿
Önemli Bir Nokta:
﴾ اتَّخَذُوا أَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ أَرْبَاباً مِنْ دُونِ اللَّهِ ﴿
﴾ Onlar, Allah'ın yanı sıra hahamlarını, rahiplerini Rabb'ler edindiler. ﴿
بَعَثَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ سَرِيَّةً, فَاسْتَعْمَلَ رَجُلًا مِنْ الْأَنْصَارِ, وَأَمَرَهُمْ أَنْ يُطِيعُوهُ, فَغَضِبَ, فَقَالَ: أَلَيْسَ أَمَرَكُمْ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَنْ تُطِيعُونِي؟ قَالُوا: بَلَى, قَالَ: فَاجْمَعُوا لِي حَطَبًا, فَجَمَعُوا, فَقَالَ: أَوْقِدُوا نَارًا؟ فَأَوْقَدُوهَا, فَقَالَ: ادْخُلُوهَا؟ فَهَمُّوا, وَجَعَلَ بَعْضُهُمْ يُمْسِكُ بَعْضًا, وَيَقُولُونَ: فَرَرْنَا إِلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مِنْ النَّارِ, فَمَا زَالُوا حَتَّى خَمَدَتْ النَّارُ, فَسَكَنَ غَضَبُهُ, فَبَلَغَ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ, فَقَالَ: لَوْ دَخَلُوهَا مَا خَرَجُوا مِنْهَا إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ, الطَّاعَةُ فِي الْمَعْرُوفِ
(( “Nebi (s.a.v.) bir seriye gönderdi. Ona ensardan birisini kumandan tayin etti ve onlara ona itaat etmelerini emretti. (Bir sebeple) kızıp: Nebi (s.a.v.) size bana itaat etmenizi emretmemiş miydi deyince, onlar: Evet diye cevap verdiler. Kumandanları: O halde bana odun toplayınız, dedi. Onlar da odun topladılar. Haydi bir ateş yakınız, dedi. Ateş yaktılar. Sonra: Bu ateşe giriniz dedi. Girmek istediler ama biri diğerini tutarak: Bizler ancak ateşten kurtulmak için Nebi’ye kaçtık, demeye koyuldular. Nihayet ateş de dindi, kumandanlarının da öfkesi dindi. Durum Nebi (s.a.v.)’e ulaşınca: Eğer o ateşe girmiş olsalardı, kıyamet gününe kadar ondan çıkamazlardı. İtaat maruftadır, diye buyurdu.” ))
﴾ وَلَا يَعْصِينَكَ فِي مَعْرُوفٍ ﴿
﴾ hiçbir iyi işte sana karşı gelmemek konusunda ﴿
Şu ayetin açıklaması için Peygamberimizi Dinleyin:
اتَّخَذُوا أَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ أَرْبَاباً مِنْ دُونِ اللَّهِ وَالْمَسِيحَ ابْنَ مَرْيَمَ وَمَا أُمِرُوا إِلَّا لِيَعْبُدُوا إِلَهاً وَاحِداً لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ سُبْحَانَهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ
﴾ (Yahudiler) Allah’ı bırakıp, hahamlarını; (hıristiyanlar ise) rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i rab edindiler. Oysa, bunlar da ancak, bir olan Allah’a ibadet etmekle emrolunmuşlardır. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, onların ortak koştukları her şeyden uzaktır. ﴿
أَتَيْتُ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَفِي عُنُقِي صَلِيبٌ مِنْ ذَهَبٍ, فَقَالَ: يَا عَدِيُّ اطْرَحْ عَنْكَ هَذَا الْوَثَنَ, وَسَمِعْتُهُ يَقْرَأُ: اتَّخَذُوا أَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ أَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللَّهِ, قَالَ: أَمَا إِنَّهُمْ لَمْ يَكُونُوا يَعْبُدُونَهُمْ, وَلَكِنَّهُمْ كَانُوا إِذَا أَحَلُّوا لَهُمْ شَيْئًا اسْتَحَلُّوهُ, وَإِذَا حَرَّمُوا عَلَيْهِمْ شَيْئًا حَرَّمُوهُ
(( Boynumda altından bir haç olduğu halde Rasûlullah (s.a.v.)’in yanına gelmiştim. Buyurdular ki: Ey Adiy bu putu üzerinden at kendileri de Tevbe suresinin 31. ayetini okumakta idiler ve şöyle buyurdular: Gerçi onlar haham ve Rahiblerine ibadet etmiyorlardı. Fakat onlar bir şeyi haram kıldılar mı onu haram kabul ediyorlar helal kıldıklarını da helal sayıyorlardı. (İşte bu Allah’tan başkasını Rab edinmek demektir.) ))
Tehlikeli Bir Viraj:
﴾ وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ فَأُولَئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ ﴿
﴾ Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir. ﴿
5. Her şeyin Kaza ve Kader dahilinde olduğuna iman etmek:
6. Allah’tan başka hiçbir varlığın gaybı bilemeyeceğine kesin olarak iman etmek:
وَعِنْدَهُ مَفَاتِحُ الْغَيْبِ لَا يَعْلَمُهَا إِلَّا هُوَ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَمَا تَسْقُطُ مِنْ وَرَقَةٍ إِلَّا يَعْلَمُهَا وَلَا حَبَّةٍ فِي ظُلُمَاتِ الْأَرْضِ وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ إِلَّا فِي كِتَابٍ مُبِينٍ
﴾ Gaybın anahtarı yalnızca O'nun yanındadır. O'ndan başka hiç kimse onları bilemez. Karada ve denizde olan her şeyi bilir. Bir yaprak düşse mutlaka onu bilir. Yerin karanlığında tek bir dane, canlı ve cansız yoktur ki apaçık bir kitapta olmasın. ﴿
﴾ وَلَا تَهِنُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَأَنْتُمُ الْأَعْلَوْنَ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ ﴿
﴾ Gevşemeyin, hüzünlenmeyin. Eğer (gerçekten) iman etmiş kimseler iseniz üstün olan sizlersiniz. ﴿
Gaybı Sadece Allah’ın bildiğine dair Kuran ve Sünnetten deliller:
﴾ قُلْ لَا يَعْلَمُ مَنْ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ الْغَيْبَ إِلَّا اللَّهُ وَمَا يَشْعُرُونَ أَيَّانَ يُبْعَثُونَ ﴿
﴾ De ki: “Göktekiler ve yerdekiler gaybı bilemezler, ancak Allah bilir. Onlar öldükten sonra ne zaman diriltileceklerinin de farkında değildirler. ﴿
﴾ عَالِمُ الْغَيْبِ فَلَا يُظْهِرُ عَلَى غَيْبِهِ أَحَداً ﴿
﴾ O, gaybı bilendir. Ve O, gaybını hiç kimseye bildirmez; ﴿
مَفَاتِيحُ الْغَيْبِ خَمْسٌ لَا يَعْلَمُهَا إِلَّا اللَّهُ؛ لَا يَعْلَمُ مَا تَغِيضُ الْأَرْحَامُ إِلَّا اللَّهُ, وَلَا يَعْلَمُ مَا فِي غَدٍ إِلَّا اللَّهُ, وَلَا يَعْلَمُ مَتَى يَأْتِي الْمَطَرُ أَحَدٌ إِلَّا اللَّهُ, وَلَا تَدْرِي نَفْسٌ بِأَيِّ أَرْضٍ تَمُوتُ إِلَّا اللَّهُ, وَلَا يَعْلَمُ مَتَى تَقُومُ السَّاعَةُ إِلَّا اللَّهُ
(( Ğaybın anahtarları beştir ki onları Allah'tan başka kimse bilemez. Rahimlerin ne eksilttiğini Allah'tan başkası bilemez. Yarın ne olacağını Allah'tan başka hiçbir kimse bilemez. Yağmurun ne zaman geleceğini de Allah'tan başka kimse bilemez. Hiçbir nefis hangi yerde öleceğini bilemez. Allah'tan başka hiçbir kimse kıyametin ne zaman olacağını bilemez. ))
Bir Hikaye:
Burada Dur:
﴾ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْأَرْحَامِ ﴿
﴾ rahimlerdekini bilmektedir. ﴿
Bozuk İnançlar:
إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ, وَإِنَّكُمْ تَخْتَصِمُونَ إِلَيَّ, وَلَعَلَّ بَعْضَكُمْ أَنْ يَكُونَ أَلْحَنَ بِحُجَّتِهِ مِنْ بَعْضٍ, وَأَقْضِيَ لَهُ عَلَى نَحْوِ مَا أَسْمَعُ, فَمَنْ قَضَيْتُ لَهُ مِنْ حَقِّ أَخِيهِ شَيْئًا فَلَا يَأْخُذْ, فَإِنَّمَا أَقْطَعُ لَهُ قِطْعَةً مِنْ النَّارِ
(( Şüphesiz ben ancak sizin gibi bir insanım. Sizler bana davalarınızı getiriyorsunuz. Olabilir ki içinizden biriniz deli/ini diğerinden daha açık ve düzgün ifade etmiş olur. Ben de işitmekte olduğum deli/ üzerine onun lehine hükmederim. Kimin lehine kardeşinin hakkından bir şeye hükmedersem o kimse bunu almasın. Çünkü ben ona ancak ateşten bir parça kesmişimdir. ))
﴾ عَالِمُ الْغَيْبِ فَلَا يُظْهِرُ عَلَى غَيْبِهِ أَحَداً * إِلَّا مَنِ ارْتَضَى مِنْ رَسُولٍ ﴿
﴾Gaybı O bilir, gizlisini kimseye açmaz; Ancak elçi olarak seçtiği başka.﴿
﴾ لَا يَعْلَمُ مَنْ فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ الْغَيْبَ إِلَّا اللَّهُ ﴿
﴾ “De ki: “Göktekiler ve yerdekiler gaybı bilemezler, ancak Allah bilir” ﴿
Dersin Özeti:
﴾ وَلَكِنْ كُونُوا رَبَّانِيِّينَ ﴿
﴾ Rabbaniler olun. ﴿