Karanlık Mod
08-11-2024
Logo
Cuma Hutbesi – Hutbe 1174: 1- Hicret Dünyayı Ahirete Feda Etmenin Zirvesidir, 2- Allah’ın Yasaklarından Hicret Eden Muhacir.
   
 
 
Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla  
 

Birinci Bölüm:

Hamd Allah’a mahsustur. O’na hamd eder, O’ndan yardım diler, O’nun bize yol göstermesini isteriz. Nefislerimizin ve kötü amellerimizin şerrinden Allah’a sığınırız. Allah’ın hidayet ettiğini, kimse saptıramaz. Allah’ın saptırdığına da ne bir dost ne de bir yol gösterici yoktur. Ben şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur, O’nun asla bir ortağı olamaz. Rububiyyetini ikrar eder, inkâr edenlerin zelil olacağına şahitlik ederim. Yine şehadet ederim ki, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Allah’ın resulü, gözle gördüğüm, kulağımla işittiğim her şeyde, tüm varlıkların ve insanların, efendisidir. Allahım, Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’e, tertemiz ailesine, davetinin emanetçileri, sancağının komutanları olan mübarek ashabına salât ve selam buyur. Ey âlemlerin Rabbi, bizden ve Onlardan razı ol.

Hicret harekettir:

Değerli kardeşlerim, birkaç gün sonra hicri yılbaşını idrak edeceğiz. Hicret harekettir. İslam dininde pasiflik (hareketsizlik) yoktur. Dilediğiniz gibi yaşayacaksınız ama bu din ile gurur duyacak, dinin yüceliğini takdir edecek, insanlara “bu din hak dindir, Kuran’ı Kerim haktır” diyeceksiniz. Bu tavır, yani pasif bir hayranlık çok olumsuz bir durumdur. Zira imanda böyle bir şey olamaz. Din harekettir, eylemdir. Bir yerden bir yere, bir tutumdan diğer bir tutuma doğru hareket etmezseniz, Allah’ı tanımadan önceki arkadaşlarınızdan, O’nu tanıdıktan sonraki arkadaşlarınıza doğru ilerlemezseniz, orada hareket, eylem, tebdil (değişim) ve intikal yok demektir. O zaman, sizin düşündüğünüz İslam, aktif olmayan pasif bir İslam olur. Bu yüzden İslam tarihi Rasulullah (s.a.v.)’in doğumu ile değil hicreti ile tamamlanmaktadır. Çünkü hicret harekettir. Konuya devam etmeden önce şunu ifade etmek isterim; Belirli bir tutum sergilemediğiniz, alıp vermediğiniz, kızıp razı olmadığınız, kavuşup ayrılmadığınız, bir yerden bir yere intikal etmediğiniz, imanınız sebebiyle bir halden diğer bir hale girmediğiniz sürece, imanınız Allah Azze ve Celle’nin istediği şekilde bir iman değildir.

Hicret, Dünyayı Ahirete Feda Etmenin ve Hakkı Batıla Tercih Etmenin Zirvesidir:

Hicret, dünyayı ahirete feda etmenin zirvesidir. Her insanın doğduğu yerde bir konumu, rızkı, tanıdıkları ve arkadaşları vardır. Fakat orada kaldığında dini anlamda ilerlemesi engellenecekse, oradan hicret etmesi, ayrılması gerekmektedir. Bu yüzden de hicret, dünyayı ahirete feda etmenin, hakkı batıla tercih etmenin zirvesidir. Hicretin en ayrıntılı tanımı “kişinin yakın bir ülkeden uzaktaki bir ülkeye gitmesi” veya “fakir bir kimsenin kıtlık yaşanan yerden verimli topraklara göç etmesi” değildir. Onun tanımı, kendi toplumu içinde güvende olan, yaşadığı yerde kök salmış bir insanın, dinini korumak için lehine olan her şeyi heder etmeye, malını feda etmeye, yaşadığı yeri boşaltmaya ve onurunu kurtarmaya mecbur bırakılmasıdır. Burada kişiyi harekete geçiren sebep dindir. Ama şimdi hareket sadece mala indirgendi. Kişi, âlemlerin Rabbi olan Allah’a ibadet ettiği yerden, imanı en güçlü olan kişiyi bile dinden uzaklaştıracak şeylerin bulunduğu yerlere gidiyor. Yani hareket ve eylem sadece maddiyat için yapılıyor. Kişi kendine bir merkez, bir mevki, mal, dünyalık ve eğlence arıyor. Hâlbuki hicret dini bir eylemdir, ancak iman için, insanın tek olan, kullarının hiçbir amelini karşılıksız bırakmayan Allah’a kul olması, ibadet etmesi için yapılır.

Hicretin Zorluklarına Ancak İmanının Selametinden Korkan Bir Mümin Katlanır:

Kardeşlerim, hicretin zorluklarına ancak imanının selametinden korkan bir mümin katlanır. Ama korkak, güçsüz ve kaygılı olan kişi hiçbir şey yapamaz. Allah Teâlâ buyuruyor ki:

وَلَوْ أَنَّا كَتَبْنَا عَلَيْهِمْ أَنْ اقْتُلُوا أَنفُسَكُمْ ﴿
﴾ أَوْ اخْرُجُوا مِنْ دِيَارِكُمْ مَا فَعَلُوهُ إِلَّا قَلِيلٌ مِنْهُمْ

[ سورة النساء: 66]

“Eğer biz onlara, “Hayatlarınızı feda edin veya yurtlarınızdan çıkın” diye yazmış olsaydık, içlerinden pek azı hariç, bunu yapmazlardı.”

(Nisa Suresi: 66)

Fıtrattan gelen bir duyguyla insan, doğduğu yere bağlıdır. Çünkü orada ona ait gelenekler, görenekler vardır, yine orada arkadaşları ve akrabaları vardır. Fakat bazen ki bu İslam dünyasında nadir görülen bir şeydir, kişi yaşadığı toplumun onu Rabbinden uzaklaştırdığını fark eder. Bu yüzden de hicret onun için kaçınılmaz olur. Bazen de iman ettikten sonra önceki arkadaş grubundan ayrılır, başka bir gruba dâhil olur. Bu da hareketin, eylemin bir türüdür. Yine kişi Allah’ın razı olmadığı mesleği terk eder, çünkü kazancı haramdır, helal para kazanacağı bir mesleğe yönelir. Hicretin manasını genişletmek isterim. Şöyle ki hicret, sizi Allah’tan uzaklaştıran her şeyi bırakmanız, O’na yaklaştıran şeye yönelmenizdir. Bu bir mahalleyi, bir işi veya arkadaşlarınızı terk edip, başka bir tarafa yönelmeniz olarak kendini gösterebilir.

Hicret Bir Metot ve Kanundur:

Kardeşlerim, öncelikle hicretten alınacak ve istifade edilecek deliller ve ibretlerden başlayalım. Bu minvalde, Rasulullah (s.a.v.)’in sözlerinden meydana gelen kavlî sünnetleri vardır ki onlar bir metot, bir yol ve yöntemdir. Yine fiilî sünnetleri vardır ve O’nun fiilleri, amelleri de yöntemdir. Ayrıca takrirî sünnetleri vardır. Şöyle ki Rasulullah (s.a.v.)’in önünde bir şey meydana geldiyse ve Rasulullah (s.a.v.) sessiz kaldıysa, bu fiil doğrudur. (Buna takrirî sünnet denir, onaylama manasındadır) Bu, sadece Peygamber Efendimize has bir durumdur. Yani Rasulullah (s.a.v.)’in kavlî (sözlü), fiilî ve takrirî sünnetleri vardır. Bu açıdan hicret ameldir, fiildir. Hicret bir yol, bir metottur, hicret kanundur. O, hak olan ilkeler ile batıl düşüncelerin, hayır unsurları ile şer güçlerin, hidayet edici elçiler ile sapkın şeytanların arasında geçen büyük bir çelişki, sürekli bir çatışma ve şiddetli bir savaştır. Zira Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

﴾ وَإِذْ يَمْكُرُ بِكَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِيُثْبِتُوكَ أَوْ يَقْتُلُوكَ أَوْ يُخْرِجُوكَ وَيَمْكُرُونَ وَيَمْكُرُ اللَّهُ وَاللَّهُ خَيْرُ الْمَاكِرِينَ ﴿

[ سورة الأنفال: 30]

“Hani kâfirler seni tutuklamak veya öldürmek, ya da (Mekke’den) çıkarmak için tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kuruyorlar. Allah da tuzak kuruyordu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.”

(Enfal Suresi: 30)

Rasulullah (s.a.v.) ne yaptı da, o kâfirler tuzak kurdular? Onlar Rasulullah (s.a.v.)’i başkalarından da önce tanıyorlardı. O’nun dürüstlüğünü, güvenilirliğini, iffetini, soyunu ve Allah’ı birlemek ve O’na ibadet etmekten daha fazla bir şeye çağırmadığını da biliyorlardı. Rasulullah (s.a.v.) onlara dürüst olmayı, emanete sahip çıkmayı, akrabayı gözetmeyi, insanlarla iyi geçinmeyi, haramlardan ve kan akıtmaktan ellerini çekmelerini emrediyor, günahları, sapkınlıkları, yalan söylemeyi, yetim malı yemeyi, namuslu kadınlara iftira atmayı yasaklıyordu. Onlar Rasulullah’ı çocuklarını tanıdıkları gibi tanıyorlardı. Rasulullah (s.a.v.) armağan edilmiş bir rahmet, bahşedilmiş bir nimetti.

Bir Dakika Tefekkür, İnsanı Şirk ve Cehennem Ehlinden Alıp Cennet ve Rahmet Ehline Götürür:

Değerli kardeşlerim, Rasulullah (s.a.v.)’in tertemiz hayatında, özellikle de Hendek Savaşı’nda Gatafan Kabilesi Rasulullah (s.a.v.) ile savaşmaya gelmişti. Bu kabilenin lideri Arapların ileri gelenlerinden biriydi. Karanlık bir gecede Rasulullah (s.a.v)’in karargâhının diğer tarafındaki çadırındayken kendi kendine şöyle dedi: “Seni buraya getiren nedir ey Nuaym? (İsmi Nuaym’dı), neden buradasın?” kendi kendine konuşmaya devam ediyordu; “Bu salih kişiyle savaşmaya mı geldin? O ne yaptı ki O’nunla savaşıyorsun? Kanını mı akıttı? Malını mı aldı? Namusunu mu çiğnedi? Aklın nerde Ey Nuaym? Düşün, kiminle savaşıyorsun? Bir katille mi savaşıyorsun? Bir zalimle, bir sapkınla mı savaşıyorsun? Yoksa salih, dürüst bir insanla mı savaşıyorsun? Aklın nerede?” Ardından durdu ve Rasulullah (s.a.v.)’in karargâhına yöneldi, Peygamberimizin yanına girdi. Rasulullah (s.a.v.) şaşırmıştı. “Sen Nuaym mısın?” dedi ve Nuaym “evet” deyince Rasulullah “Seni bize getiren sebep nedir?” diye sordu. Nuaym da “Müslüman olarak geldim” dedi.

Ben derim ki değerli kardeşlerim, bir anlık derin düşünce, tefekkür sizi şirk ve cehennem ehlinin içinden alıp cennet ve rahmet ehli olan ashabın arasına götürür. Bir anlık tefekkür! Bir anlık kendin ile baş başa kalmak! “Aklın nerede Ey Nuaym? Kiminle savaşıyorsun? Savaştığın bu salih kişi ne yaptı? Kanını mı akıttı? Malını mı yedi? Namusunu mu çiğnedi? Aklın nerede?” İşte Nuaym b. Mesud ashabın en büyüklerinden biri oldu. Bu hikâye her gün tekrar eder. Bir anlık “Ben neden Allah’ın razı olmadığı bu işi yapıyorum? Bu işten sonra ne olacak? Ölüm var! Ölümden sonra ne olacak? Nimetleri tükenmeyen bir cennet veya azabı dinmeyen bir cehennem!”

Kardeşlerim, harika sahnelerden bir tanesi; Hz. Halid geç Müslüman olmuştu ve Rasulullah (s.a.v.) O’na müthiş bir şey söyledi: “Sana çok şaşırdım ey Halid, senin akıllı olduğunu düşünüyordum” Yani “sen zeki bir adamsın ve bu zekân seni imana götürebilirdi. Neden geç kaldın?” “Sana çok şaşırdım ey Halid, senin akıllı olduğunu düşünüyordum!”

Değerli kardeşlerim, en değerli varlık olan Peygamber Efendimiz gibi bir insana tuzak kurulmadı mı? Bu mükemmel insana tuzak hazırlanmadı mı? İşte bu hak ile batılın savaşıdır.

Hak Ancak Mücadele İle Güçlenir ve Hak Ehli Ancak Fedakârlık Yaparak Cenneti Hak Edebilir:

Her zaman söylerim: Allah Teâlâ Vacibu’l-Vücuttur (Varlığı Zorunlu olan). Fakat Allah Teâlâ’nın dışındaki varlıklar Mümkinu’l-Vücuttur. Mümkinin manası bir şeyin olması veya olmamasının mümkün (eşit) olmasıdır. Mümkinu’l-Vücut ise bir şeyin şu an olduğu gibi ya da tam tersi bir durumda olabilmesinin mümkün olmasıdır. Allah Teâlâ’nın kâfirler için başka bir gezegen yaratması mümkün değil miydi? O zaman hiçbir problemimiz olmaz, müminler için bir gezegen, kâfirler için bir gezegen olurdu. Yine bu sapkın, günahkâr kâfirlerin kendilerine özel bir kıtada yaşamaları mümkün değil miydi? Veyahut da başka bir çağda yaşamaları mümkün değil miydi? Ama Allah Teâlâ’nın hikmeti ile onları bizimle aynı ülkede, aynı yer ve zamanda yaşamaktadırlar. Dünyada hem mümin hem kâfir, hem istikamet üzere olan hem sapkın olan, hem iyi hem kötü, hem dürüst hem yalancı, hem masum hem suçlu vardır ve Allah Teâlâ her ülkede iki tarafın da yaşamasını murad etmiştir. Bazıları “Neden böyledir?” diye sorarlar. Çünkü hak ancak mücadele ile güçlenir. Çünkü hak ehli ancak fedakârlık yaparak cenneti hak edebilir. Müminlerle birlikte başka insanların da olması bizim kaderimizdir, Allah’ın takdiridir. O zaman bu kaderi kabul et. Zira bu, hak ile batılın ezeli ve ebedi savaşıdır:

﴾ وَكَذَلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نَبِيٍّ عَدُوًّا مِنْ الْمُجْرِمِينَ وَكَفَى بِرَبِّكَ هَادِيًا وَنَصِيرًا ﴿

[ سورة الفرقان: 31]

“Biz, işte böyle, her peygamber için suçlulardan bir düşman yarattık. Yol gösterici ve yardım edici olarak Rabbin yeter.”

(Furkan Suresi: 31)

İşte insanlığın seçilmiş, güzide kullarının bile düşmanları vardır.

Dünya Sorumluluk, İmtihan ve Ayrılık Mekânıyken, Ahiret Onurlandırma, Karşılık ve Ebedilik Yurdudur:

Kardeşlerim, dünya aslında bir görev, sorumluluk, imtihan ve ayrılık yurdudur. Dünyada görev ve sorumluluk vardır; Siz Allah’a kul olmakla mükellefsiniz. İşte bu görev, var oluş sebebimizdir, yaratılmamızın asıl nedenidir:

﴾ وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنْسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ ﴿

[ سورة الذاريات: 56 ]

“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”

(Zariyat Suresi: 56)

Dünya sorumluluk ve imtihan yurdudur:

﴾ وَإِنْ كُنَّا لَمُبْتَلِينَ ﴿

[ سورة المؤمنون: 30]

“Biz gerçekten (kullarımızı) imtihan ederiz.”

(Müminun Suresi: 30)

İnsanın başına gelen her şey, olumsuz da olsa, olumlu da olsa imtihandır. Eğer zenginseniz malınızla imtihan edilirsiniz, fakirseniz de, güçlüyseniz de, zayıf ve güçsüzseniz de, sağlıklı veya hastaysanız da imtihan edilirsiniz:

﴾ وَإِنْ كُنَّا لَمُبْتَلِينَ ﴿

[ سورة المؤمنون: 30]

“Biz gerçekten (kullarımızı) imtihan ederiz.”

(Müminun Suresi: 30)

Başınıza gelen olumlu olumsuz her şey imtihandır. O, Allah ile aranızdaki imtihanınızın konusudur. Zira dünya yerleşme ve düzen yurdu değil, zorluk yurdudur, dünya refah yurdu değil, çile yurdudur. Bunu bilen kişi dünyada bolluğa sevinmez, sıkıntıya da üzülmez. Çünkü Allah Teâlâ dünyayı imtihan yurdu, ahireti de karşılık yeri kılmıştır. Dünyanın da imtihan yurdu kılınması, ahirette kula verileceklerin bir sebebidir. Ahirette kula verilecek her şey dünyadaki imtihanın karşılığıdır. Yani Allah Teâlâ vermek için alır, mükâfatlandırmak için imtihan eder.

Dünya görev, imtihan ve ayrılık yeri ise, her şey geçicidir. Ahiret ise onurlandırma, karşılık ve ebedilik yurdudur. Ayrılık ve ebedilik yurdu, imtihan ve karşılık mekânı, görev ve onurlandırma yeri, üç kelimeye karşı üç kelime… Dünya görev, imtihan ve ayrılık mekânı, ahiret onurlandırma, karşılık ve ebedilik yurdudur.

İmtihan, Müminin Hakikatini Önce Kendisi Sonra Da Etrafındakiler İçin Ortaya Çıkarır:

İmtihan, müminin hakikatini önce kendisi sonra da etrafındakiler için ortaya çıkarır. İlkelerine olan sebatını, Rabbinin rızasına olan bağlılığını, Allah Teâlâ’ya karşı sevgisini, değerli veya değersiz şeylerde nasıl fedakârlık edeceğini, başına gelen felaketlere dinini muhafaza ederek nasıl sabredeceğini gösterir. Sıkıntılar onu tevekküle iter ve bu tevekkül ile kötülükler ondan uzaklaşır, iyiye doğru yol alır. Tevekkülün sonucunda Rabbini daha iyi tanır, daha çok sever. Bu sözler Allah Teâlâ’nın şu ayetlerinden çıkarılan manalardan ibarettir:

﴾ وَلَوْ يَشَاءُ اللَّهُ لَانْتَصَرَ مِنْهُمْ وَلَكِنْ لِيَبْلُوَا بَعْضَكُمْ بِبَعْضٍ ﴿

[ سورة محمد:4 ]

“Eğer Allah dileseydi, onlardan öç alırdı. Fakat sizi birbirinizle denemek için böyle yapıyor.”

(Muhammed Suresi: 4)

﴾ وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ حَتَّى نَعْلَمَ الْمُجَاهِدِينَ مِنْكُمْ وَالصَّابِرِينَ وَنَبْلُوَ أَخْبَارَكُمْ ﴿

[ سورة محمد: 31]

“Andolsun, içinizden, cihat edenleri ve sabredenleri belirleyinceye ve durumlarınızı ortaya koyuncaya kadar sizi deneyeceğiz.”

(Muhammed Suresi: 31)

Dünya Yerleşme Ve Düzen Yurdu Değil, Zorluk Yurdudur:

Kardeşlerim, Abdullah b. Ömer’in Ali b. Ebi Talib’ten naklettiği bir rivayette Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor:

(( إن هذه الدنيا دار التواء ))

“Dünya meşakkat ve zorluk yurdudur.”

Orada insan için tam bir düzen olmaz. Mesela kişiye mal verilir, sağlık verilmez, sağlık verilir, mal verilmez, eş verilir, çocuk verilmez veya eşi ve çocukları salih kimseler olmazlar:

 إن هذه الدنيا دار التواء لا دار استواء، ومنزل ترح – هناك موت وشدائد و جفاف وأزمة اقتصادية - لا منزل فرح، فمن عرفها لم يفرح لرخاء - لأنه مؤقت- ولم يحزن لشقاء - لأنه مؤقت - قد جعلها الله دار بلوى، وجعل الآخرة دار عقبى، فجعل بلاء الدنيا لعطاء الآخرة سبباً، وجعل عطاء الآخرة من بلوى الدنيا عوضاً، فيأخذ ليعطي ويبتلي ليجزي

[ من كنز العمال عن ابن عمر ]

 

“Zira dünya yerleşme ve düzen yurdu değil, zorluk yurdudur, dünya refah yurdu değil çile yurdudur. –Orada ölüm, sıkıntılar, kuraklık ve ekonomik krizler vardır.- Bunu bilen kişi dünyada bolluğa sevinmez, -çünkü o geçicidir- sıkıntıya da üzülmez – çünkü o da geçicidir.- Çünkü Allah Teâlâ dünyayı imtihan yurdu, ahireti de karşılık yeri kılmıştır. Dünyanın da imtihan yurdu kılınması, ahirette kula verileceklerin bir sebebidir. Ahirette kula verilecek her şey dünyadaki imtihanın karşılığıdır. Yani Allah Teâlâ vermek için alır, mükâfatlandırmak için imtihan eder.”

(Kenzu’l-Ummal’da İbn Ömer’den nakledilmiştir)

Değerli kardeşlerim, peki bu imtihandan sonra ne olacak? Bir karşılık olacak. Bir yerde imtihan, bir yerde imtihanın karşılığı… Dünya ve ahiretteki karşılık Müminler için muhafaza ve zafer, kâfirler için çöküntü ve hayal kırıklığı, takva sahiplerinin sonu ise Allah’ın rahmeti ve iyilere yakın olmak olacak:

﴾ وَلَقَدْ سَبَقَتْ كَلِمَتُنَا لِعِبَادِنَا الْمُرْسَلِينَ*إِنَّهُمْ لَهُمْ الْمَنصُورُونَ*وَإِنَّ جُندَنَا لَهُمْ الْغَالِبُونَ ﴿

[ سورة الصافات:171-173 ]

“Andolsun, peygamber olarak gönderilen kullarımız hakkında şu sözümüz geçmişti: “Onlara mutlaka yardım edilecektir. Şüphesiz ordularımız galip gelecektir.”

(Saffat Suresi: 171-173)

﴾ وَإِنَّ جُندَنَا لَهُمْ الْغَالِبُونَ ﴿

[ سورة الصافات:173 ]

“Şüphesiz ordularımız galip gelecektir.”

(Saffat Suresi: 173)

Marifet Allah’ın askeri olmaktır. Eğer öyle olursanız zafer kazanan siz olursunuz.

Muhafaza ve Zafer Müminler İçin, Çöküntü Ve Hayal Kırıklığı Kâfirler İçindir:

Kardeşlerim, Rasulullah (s.a.v.) savaşlardan birinin ardından, kendisini durdurmak veya öldürmek ya da yurdundan çıkarmak için tuzak kuranlara bir konuşma yaptı. Onlar savaş alanında öldürülmüş, yenik düşmüş kişilerdi. Kuyuya (kabre) gömülmek suretiyle onlara tuzak kurulmuştu. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

 يَا أَبَا جَهْلِ بْنَ هِشَامٍ يَا أُمَيَّةَ بْنَ خَلَفٍ يَا عُتْبَةَ بْنَ رَبِيعَةَ يَا شَيْبَةَ بْنَ رَبِيعَةَ ))
(( أَلَيْسَ قَدْ وَجَدْتُمْ مَا وَعَدَ رَبُّكُمْ حَقّاً فَإِنِّي قَدْ وَجَدْتُ مَا وَعَدَنِي رَبِّي حَقّاً؟ 

[مسلم عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ]

“Ey Ebu Cehil b. Hişam, Ey Ümeyye b. Halef, Ey Utbe b. Rebia, Ey Şeybe b. Rebia, Rabbinizin vaat ettiği şeyi buldunuz mu, ben Rabbimin bana vaat ettiğini gerçekten buldum.”

(Müslim Enes b. Malik’ten nakletmiştir)

“Siz beni yalanladınız, insanlar beni tasdik etti, siz beni yurdumdan çıkardınız, insanlar beni barındırdı, siz benimle savaştınız, insanlar bana yardım etti”:

 فَسَمِعَ عُمَرُ قَوْلَ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ: يَا رَسُولَ اللَّهِ كَيْفَ يَسْمَعُوا ))
(( وَأَنَّى يُجِيبُوا وَقَدْ جَيَّفُوا ؟ قَالَ: وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ مَا أَنْتُمْ بِأَسْمَعَ لِمَا أَقُولُ مِنْهُمْ وَلَكِنَّهُمْ لَا يَقْدِرُونَ أَنْ يُجِيبُوا 

[مسلم عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ]

“Hz. Ömer Rasulullah’ın bu sözlerini duyunca “Ya Rasulullah onlar seni nasıl duyup cevap versinler, onlar çürümüş cesetler?” Rasulullah (s.a.v.) ise şöyle buyurdu: “Siz onlara söylediklerimi onlardan daha iyi duyamazsınız. Fakat onlar cevap vermeye güç yetiremezler.”

(Müslim Enes b. Malik’ten nakletmiştir)

Allah’ı Hayatının Erken Bir Döneminde Tanıyan Akıllı ve Zeki İnsan, O’nun Gösterdiği Yola Uygun Hareket Eder:

Değerli kardeşlerim, marifet, kişinin eceli yaklaştığında kaybettiklerine pişman olmamasıdır. Marifet rızıklanan bir canlı iken, gençliğinizde, hayatınızın en güzel döneminde, ibadet ve kulluk için yaratıldığınızı bilmenizdir. Dünya bir saattir, siz onu itaat kılın. Nefis aşırı istekli ve hırslıdır, siz o hırsı kanaate çevirin. Sizlere derim ki kardeşlerim: Zekâ sonuca, dönüp dolaşıp varılacak olan sonuca bağlıdır. Öyleyse akıllı kimdir? Zeki kimdir? Başarılı olan kimdir? Üstün olan kimdir? Hayatının erken dönemlerinde Allah’ı tanıyan, ömrü boyunca da onun direktiflerine göre hareket eden kişidir. Ölüm vakti geldiğinde, inanır mısınız kardeşlerim, Rasulullah (s.a.v.)’in ashabı için ölüm düğündü. O’ndan başka ilah olmayan Allah’a yemin ederim ki, sahabe hayatını iki veya üç kez okudum ve okuttum ki yetmiş sahabinin hayatını anlattığımı hatırlıyorum. Onların hepsinin o zorlu hayatında dikkatimi çeken ortak bir şey vardı, o da hayatlarında en mutlu oldukları anlar Rablerine kavuştukları anlardı.

Rasulullah (s.a.v.) Uhud Savaşının ardından Sad b. Rebi’i bulamıyor, hakkında hiçbir şey öğrenemiyordu. İki sahabiyi savaş alanında Sad’ı aramak üzere gönderdi. O, ölüler arasındaydı ama henüz vefat etmemişti. Dediler ki: “Ey Sad ölüler arasında mı, diriler arasında mısın?” Sad “Ben ölüler arasındayım ama Rasulullah (s.a.v.)’e deyin ki ‘Ümmetlerine doğru yolu göstermek için rehberlik yapan Peygambere verilecek mükâfatların en üstünü ile Allah Teâlâ seni mükâfatlandırsın.’ Ashabına da söyleyin ki ‘Peygamber Efendimiz sizin aranızdayken O’na bir zarar gelirse, hiçbir mazeretiniz olmaz.” İşte O hayatının en mutlu anlarını yaşıyordu. Bir söz daha söyleyeyim: “Bir mümin olarak en büyük başarınız şudur ki, tüm insanlar ölümden korkar, onu en büyük musibet olarak görürken, sizin için ölüm düğün gibi olmalıdır. Ölüm müminin düğünü ve armağanıdır.” Hz. Bilal ölüm döşeğindeyken kızının “Ah kederli babacığım” dediğini duydu ve şöyle dedi: “Bu günden sonra babana keder yoktur, yarın Hz. Muhammed ve Ashabı ile buluşacağım.” Bütün insanların gözünde trajik bir son olan ölümü rahmet sayan kişiden daha akıllı ve zeki var mıdır?

Değerli kardeşlerim, Allah Teâlâ sizinle beraber ise, kim sizin karşınızda durabilir? Allah Teâlâ sizin karşınızdaysa, kim sizin yanınızda olabilir? Ya Rabbi, Seni bulan neyi kaybeder? Seni kaybeden neyi bulur?

Müminler Arasındaki Dayanışma, İmanlarının Derin Oluşunun Bir İfadesidir:

Rasulullah (s.a.v.) hicret ettiğinde Medineli Ensar mükemmel bir fedakârlık ve tercih örneği gösterdiler, müminler arasındaki yardımlaşmanın biricik örneğini sergilediler. Bunların hepsi imanlarının derinliğinden, duygularının yüceliğinden kaynaklanıyordu. Allah Teâlâ onların davranışlarını tezkiye etmiş ve şöyle buyurmuştur:

وَالَّذِينَ تَبَوَّءُوا الدَّارَ وَالْإِيمَانَ مِنْ قَبْلِهِمْ يُحِبُّونَ مَنْ هَاجَرَ إِلَيْهِمْ وَلَا يَجِدُونَ فِي صُدُورِهِمْ حَاجَةً ﴿
﴾ مِمَّا أُوتُوا وَيُؤْثِرُونَ عَلَى أَنْفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌ وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ 

[ سورة الحشر:9 ]

“Onlardan (muhacirlerden) önce o yurda (Medine’ye) yerleşmiş ve imanı da gönüllerine yerleştirmiş olanlar, hicret edenleri severler. Onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden, hırsından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”

(Haşr Suresi: 9)

Canlandıralım, bazen buraya kuzeyden, güneyden, Afrika’dan, Rusya’dan ve İslam ülkelerinden ilim talebeleri gelir. Görüyorum ki bu güzel yerde takvalı müminler ilim talebelerini karşılıyor, evlerinde misafir ediyor, onlara yardım ediyorlar. İşte bu muhacir ve ensar arasındaki kardeşliğin bir örneğidir. Şam’ın Allah’ın fazileti ile ilim talebelerine ikram konusunda öncü bir şehir olduğunu biliyorum. Bizden çok daha zengin ülkeler var ve oralarda öğrencilere çok pahalı şeyler satılıyor. Ama bizde gerçek bir ikram söz konusudur. Bu da Allah Teâlâ’nın bu ülkeye fazileti ve burayı üstün kılmasıdır.

İman Yardımlaşma, Çaba ve Fedakârlıktır:

Ensarın lideri olan Sad b. Muaz Rasulullah (s.a.v.) ile bedir savaşı arifesinde konuştu. Çünkü o Ensar’ı temsil ediyordu: Sözleri şöyleydi: “Ya Rasulallah biz sana inandık ve seni tasdik ettik. Bize getirdiğin Kuran’ın hak olduğuna şehâdet ettik.  Bunun için Seni dinleyeceğimize ve itaat edeceğimize dair sana söz verdik. Sen nasıl arzu edersen öyle yap, biz seninle beraberiz. Sen bize denizi gösterip dalsan biz de seninle birlikte dalarız. Bizden tek kişi dahi geri dönmez. Düşmanla savaşmaktan geri durmaz. Biz savaşta sabırlı davranır, kavuşmada dürüst oluruz. Şimdi istediğini bağla, istediğin ipi kes. Kimi istersen onu döndür, kimi istersen teslim al. Malımızdan istediğini al, istediğini ver. Bize senin bizden aldığından ve bıraktığından daha sevimli bir şey yoktur. Dilerim ki Allah seni bizlere gösterir ve seni gözümüzün nuru kılar.”

İşte bu iman, yardımlaşma, emek ve fedakârlıktır. Hepimiz aynı takımdayız ve her değerli kardeşimiz kendi işinde, kendi ihtisasında bir şeyler yapar. Kimisi tıp alanındadır, fakir öğrencilerin muayenesi için bir hizmet sunar, kimisi hayırsever bir vatandaştır, ihtiyacı olanlara maddi yardım yapar. Müminler aynı takımda, aynı gruptadır. Hepsi biri için, biri hepsi içindir. İşte mümin toplum böyledir. Onlar, Allah yolunda hicret edip yanlarına gelenleri barındırır, onlara yardım ederler, Allah Teâlâ da onlara bağışlanma ve rızık bahşeder. Onlar Allah’ın rızasını kazanırlar ve Allah’ın rızası herhangi bir varlığın dünya üzerinde kazanmış olduğu her şeyden daha değerlidir. Zira Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

 وَالَّذِينَ آمَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَالَّذِينَ آوَوْا ﴿
﴾ وَنَصَرُوا أُولَئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَقًّا لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَرِيمٌ 

[ سورة الأنفال:74 ]

“İman edip hicret eden ve Allah yolunda cihat edenler ve (muhacirleri) barındırıp (onlara) yardım edenler var ya; işte onlar gerçek müminlerdir. Onlar için bir bağışlanma ve bol bir rızık vardır.”

(Enfal Suresi: 74)

Hicretin Pratik Uygulamaları:

Şöyle demek istesek, hicretin pratik uygulaması nedir? Mesela fitnenin, sapkınlığın aşırı derecede çoğaldığı bir yerdesiniz ve orada imanî açıdan zayıflama ihtimaliniz var. Öyleyse o mekânı terk edip, başka bir yere gitmeniz gerekir. Gittiğiniz yerde geliriniz daha az olabilir. Ama Allah ile olan bağınızda daha güvende olursunuz. O ilk yerden, Allah’a daha yakın olan yere hicret etmenizdeki öğüt ve ibret, sizi Allah’a yaklaştıracak insanların arasına karışıp, Allah’tan uzaklaştıracak insanlardan uzaklaşmanızdır. Bunlar hicret ile alakalı her gün yaşadığımız olgulardır. Öyleyse kardeşlerim, Hakkın karşısında olan ile onu destekleyen arasında ne kadar büyük fark vardır. Yine Peygamber Efendimizi yalanlayan ile tasdik eden, O’nu yurdundan çıkaran ile O’nu ağırlayan, O’nunla savaşan ile O’na yardım eden, yani Mümin ile mümin olmayan arasında ne kadar da büyük bir fark vardır. Şöyle düşünüyorum, yeryüzünde Hendek Savaşında hakkın karşısında durup Rasulullah’a muhalif olan kişiden daha bedbaht bir insan yoktur. Allah ile beraber ol, güçsüz ve fakir de olsalar iman ehli ile beraber ol ve ne kadar güçlü ve zengin olurlarsa olsunlar, asla düşmanla, sapkınlarla beraber olma!

﴾ أَفَمَنْ كَانَ مُؤْمِناً كَمَنْ كَانَ فَاسِقاً لَا يَسْتَوُونَ ﴿

[ سورة السجدة: 18 ]

“Hiç mümin, fasık gibi olur mu? Bunlar (elbette) eşit olmazlar.”

(Secde Suresi: 18)

أَمْ حَسِبَ الَّذِينَ اجْتَرَحُوا السَّيِّئَاتِ أَنْ نَجْعَلَهُمْ كَالَّذِينَ آمَنُوا ﴿
﴾ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَوَاءً مَحْيَاهُمْ وَمَمَاتُهُمْ سَاءَ مَا يَحْكُمُونَ

[ سورة الجاثية: 21 ]

“Yoksa kötülük işleyenler, kendilerini, inanıp salih amel işleyenler gibi kılacağımızı; hayatlarının ve ölümlerinin bir olacağını mı sanıyorlar? Ne kötü hüküm veriyorlar!”

(Casiye Suresi: 21)

İnsanın Sebeplere Sarılması Gerekir:

Kardeşlerim, uzak şehirlerinden, çok uzakta olan yerlere hicret eden Müslümanların ihtiyaç duydukları bir ders vardır ki, o da tevekküldür. Doğru anlamda tevekkül, sanki her şey onlardan ibaretmiş gibi sebeplere sarılmak, sonra da o sebepler hiçbir şey değilmiş gibi Allah’a tevekkül etmek, O’na güvenmektir. Sebeplere sarılmak, batılı ülkelerde olduğu gibi araçlara dayanmak ve tutunmak, onları ilahlaştırmak, hatta onlarla birlikte Allah’ı unutmak şeklinde yapılırsa bu çok kolaydır. Yine müşriklerin durumu gibi hiçbir şekilde araçları kullanmamak, sebepler edinmemek, Allah’ın razı olmadığı bir şekilde hiçbir şey yapmadan sadece O’na güvenmek de çok kolaydır. Bu iki durum da yani, araçlar edinip tamamen onlara dayanmak ve Allah’ı unutmak da, tembel bir şekilde hiçbir şey yapmadan Allah’a güvendiğini, tevekkül ettiğini iddia etmek de hastalıklı ve sıkıntılıdır. Olması gereken, Rasulullah ve ashabının da takındığı tavır, sebeplere her şeymiş gibi sarılıp, sonra da onlar hiçbir şey değilmiş gibi Allah’a tevekkül etmektir. Rasulullah (s.a.v.) insanların çok az hareket halinde olduğu bir vakitte evinden ayrılmış, Sevr Mağarasına yönelmişti ve orada üç gün gizlenmişti. Bir rehber kiralamıştı, yanında arkadaşı ve onlara haber getiren biri vardı. Rasulullah (s.a.v.) tüm araçları, sebepleri her şey onlara bağlıymış gibi edinmişti. Ama ne zaman ki müşrikler mağaraya ulaştılar, Ebu Bekir es-Sıddık (r.a.) şöyle dedi: “Ya Rasulallah, onlardan birisi ayakları hizasına eğilse bizi görür.” Rasulullah (s.a.v.) ise şöyle buyurdu: “Ey Ebu Bekir, iki kişinin üçüncüsü Allah olursa, ne olacağını zannediyorsun?”

Rasulullah (s.a.v.) o an, edindiği araçlara değil Allah’a güvendi. İşte marifet, eğitimde, ticarette, tıpta, mühendislikte, her şeyde, sadık bir müminin Rasulullah’ın yolundan gitmesidir. Sebeplere her şey onlarmış gibi sarılması, sonra da onlar hiçbir şey değilmiş gibi Allah’a tevekkül etmesidir. Rasulullah (s.a.v.) tüm araçları ve sebepleri edindi, bunun yanında Sürâka O’nu takip ediyordu. Ama Rasulullah (s.a.v.) Allah’a güvendi ve şöyle dedi: "Sürâka! Kisrâ'nın bileziklerini taktığın zaman kim bilir nasıl keyiflenirsin?" Sürâka O’nu takip ediyordu, kanını istiyordu, Rasulullah (s.a.v.)’i ölü ya da diri getirene yüz deve vaat edilmişti. Ama Rasulullah (s.a.v.) "Sürâka! Kisrâ'nın bileziklerini taktığın zaman kim bilir nasıl keyiflenirsin?" buyuruyordu. Yani Rasulullah (s.a.v.) “Ben Medine’ye ulaşacağım ey Sürâka, bir devlet kuracağım, bir ordu tesis edeceğim ve dünyadaki en büyük iki devletle savaşacağım, ikisine de galip geleceğim, ganimetler bana gelecek ve sen de Kisra’nın bileziklerini takacaksın.” diyordu. Ve bu, Hz. Ömer döneminde gerçekleşti, Kisra’nın hazineleri getirildi. Bu sahabi –Sürâka- bilezikleri sordu ve onları taktı. Sonra da şöyle dedi: “Çok iyi, Kisra’nın bileziklerini Benî Müdlic’ten bir köylü mü takıyor?!” İşte bu Allah’ın vaadidir. Bu gerçekleşen bir vaattir. Mübarek ashabın da ilahı olan ilahımız bunu vaat etmiş ve bu vaat de gerçekleşmiştir.

Müslümanlar Rablerine Döner Onunla Uzlaşırlarsa, Allah’ın Vaadi Gerçekleşir:

Görüyorsunuz, İslam Âlemi çok zor bir durumdadır. Fakir, ayrılmış ve zayıf devletler halindedirler. O’ndan başka ilah olmayan Allah’a yemin ederim ki, eğer Rablerine döner, onunla uzlaşırsalar, sancakları dünyanın öteki ucuna ulaşacaktır. Ve ikinci kez Allah’ın vaadi gerçekleşecektir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

﴾ وَتَرَاهُمْ يَنظُرُونَ إِلَيْكَ وَهُمْ لا يُبْصِرُونَ ﴿

[سورة الأعراف: 198]

“Sen onların sana baktıklarını görürsün, hâlbuki onlar görmezler.”

(Araf Suresi: 198)

Şöyle düşünüyorum; Müslümanların, öğrencinin ihtiyacı olan, güzel bir şekilde öğrenip güveneceği, yine öğretmenin, doktorun, avukatın, mühendisin, her türlü meslek sahibi olan kişinin alacağı bir ders vardır ki, o da başarı araçlarına onlar her şeymiş gibi sarılıp, sonra bu araçlar hiçbir şey değilmiş gibi Allah’a tevekkül etmektir.

Çokça sorulan bir soru var, tüm sahabiler gizli bir şekilde hicret ederken, Hz. Ömer gündüz vakti açık bir şekilde hicret etmiş ve şöyle demişti: “Kim annesini evlatsız bırakmak istiyorsa, kim çocuğunu yetim bırakmak istiyorsa beni burada yakalasın, engellesin.” Size derim ki: Bu, kişisel bir tavırdır. Birisi şöyle diyebilir: “Rasulullah (s.a.v.) bunu yapmadı” Rasulullah (s.a.v.) kanun koyar, eğer bunu yapsaydı tehlikeli olan bu hücum sünnet olur, bunun yanında tedbir ise haram olurdu. Hz. Ömer (r.a.) burada şahsi bir tavır sergilemiştir. Öyleyse böyle bir soru geldiğinde cevabı biliyorsunuz. Nebi (a.s.) ümmetine kanun koyucudur ve O, sebepler edinirdi. Hz. Ömer ise başarısız da olsa bedelini ödeyeceği bir tavır sergilemişti.

Değerli kardeşlerim, hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin. Amelleriniz tartılmadan önce, siz kendi amellerinizi tartın ve bilin ki ölüm meleği başkaları için bizi es geçti ama bir gün bizim için başkalarını es geçecek. Öyleyse teyakkuzda olun. Akıllı olan nefsini alçaltır ve ölümden sonra olacaklar için amel eder. Aciz ise nefsine ve hevasına tabi olur ve uzak emeller içindedir. Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.

                                                                                                  ***

Müslümanlar Rablerine Döner Onunla Uzlaşırlarsa, Allah’ın Vaadi Gerçekleşir:

Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Ben şehadet ederim ki, Salihlerin dostu olan Allah’tan başka ilah yoktur ve yine şehadet ederim ki, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed yüce ahlak sahibidir.

Geniş ve Dar Anlamda Hicret:

Kardeşlerim, Buhari’de şöyle bir sahih hadis geçmektedir:

 المسلمُ من سَلِمَ المسلمون من لسانه ويده، والْمُؤْمِنُ مَنْ أَمِنَهُ ))
(( النَّاسُ على دمائهم وأموالهم، والمهاجر من هجر ما نهى الله عنه

[ أخرجه البخاري عن عبد الله بن عمر]

“Müslüman dilinden ve elinden Müslümanların güvende olduğu kişidir. Mümin de insanların malları ve canları hususunda kendisine güvendiği kişidir. Muhacir ise Allah’ın yasaklarından hicret edendir"

(Buhari Abdullah b. Amr’dan nakletmiştir)

Ben de dâhil her birimiz hicret edebiliriz. Mesela Allah’ın razı olmayacağı bir arkadaş grubu olan kişinin onları terk etmesi hicrettir, bayan erkek karışık oturmaları terk eden kişinin yaptığı hicrettir, yine bol rızık kazandığı işini şüpheler barındırdığı için bırakan kişi hicret etmiştir. Öyle insanlar vardır ki, onlardan uzaklaşmak hicrettir. Her zaman ve her yerde hicretin dar manası, Mekke’den Medine’ye yapılan göçtür veya kıyamete kadar Mekke ve Medine’ye benzeyen iki şehre yapılan göç olacaktır. Ama geniş manaya gelecek olursak hicret, Allah’ın yasaklarını terk etmektir. Fitne çıktığı dönemde Allah’a ibadet edenler için bir müjde vardır. Rasulullah (s.a.v.) sahih bir Kutsi hadiste şöyle buyurmaktadır:

(( العِبادَةَ في الهَرْج كهجرة إلي ))

[أخرجه الترمذي عن أبي هريرة ]

“Fitne olduğu zamanda bana ibadet eden kişi, bana hicret etmiş gibidir.”

(Tirmizi Ebu Hureyre’den nakletmiştir)

Giyinmiş çıplak haline gelen kadınlar, müstehcen filmler, sapkınlıklar, gece hayatı, sapıkça davranışlar, gayri meşru ilişkiler… Müstehcenliğin, gece kulüplerinin ve her şeyin helal sayıldığı, din ile alakalı olan her şeyden insanların uzaklaştığı bu zor zamanda hiç tereddüt etmeden Allah’a ibadet eden kişi için şöyle buyruluyor:

(( العِبادَةَ في الهَرْج كهجرة إلي ))

[أخرجه الترمذي عن أبي هريرة ]

“Fitne olduğu zamanda bana ibadet eden kişi, bana hicret etmiş gibidir.”

(Tirmizi Ebu Hureyre’den nakletmiştir)

Dua:

Allahım bizi hidayet verdiğin, afiyette kıldığın, dost edindiğin kulların arasına kat. Bize verdiklerini bereketli, mübarek kıl. Yarattıklarının şerrinden bizi koru. Muhakkak ki sen hak olana hüküm verirsin ve senin aleyhinde hüküm asla verilemez. Senin dost edindiğini kimse alçaltamaz, Senin değersiz kıldığını da kimse yüceltemez. Ey Rabbimiz, sen münezzehsin ve Yücesin. Verdiğin her şeye hamdolsun. Senden bağışlanma diler ve tövbe ederiz. Allahım, bizi sana yaklaştıracak salih ameller işlemeyi nasip et. Allahım, bize bahşet, yasaklama, bize ikram et, bizi yetersiz kılma. Bizden razı ol ve bizi senden razı eyle. Her şeyimizi koruyacak dinimizi, geçimiz olan dünyamızı, gerçek nedenimiz olan ahretimizi salih kıl. Hayatımızı hayırlı bir şekilde arttır, ölümümüzü de her türlü şerden uzak eyle. Sen Mevla’mızsın Ey Âlemlerin Rabbi. Allahım, haramlarına bulaşmadan helallerini bize yeterli kıl, isyanı değil itaati nasip eyle. Senin yüceliğin her şeyden üstündür. Allahım, tuzaklarını bize verme, örtünü bizden kaldırma, seni hatırlamayı bize unutturma ey Âlemlerin Rabbi olan Allahım. Allahım, dünyanın doğusunda ve batısındaki Müslümanların yöneticilerine istediğin ve razı olduğun şekilde başarı nasip et. Onları hayırda birleştir. Muhakkak ki sen her şeyi dilemeye kadir, dualara icabet etmeye en layık olansın. Allahım, ümmi olan Peygamber Efendimize, ehl-i beytine ve ashabına salât ve selam buyur.

Metni indir

Mevcut Diller

Resmi Gizle