Allah Azze ve Celle burada “ona ilimle birlikte hükümdarlık verildi” demedi, peki neden? Çünkü ilim ve hükümdarlığı karşılaştırırsan ilmin yanında hükümdarlık hiçbir şey değildir, değersizdir. Hükümdarlık geçicidir, insan bazen birkaç gün içinde tüm yönetim gücünü kaybeder. Mülk geçicidir. Ama ilim kalıcıdır. Dolayısıyla Allah Azze ve Celle ilmin yanına ancak onunla eşdeğer bir şey koyabilirdi. Her ne kadar Hz. Süleyman’a ilimle beraber hükümdarlık da verildiyse de Rabbimiz burada ilimden bahsederken hükümdarlıktan bahsetmemiştir. Bu ilk noktadır.
İkincisi, biz bu büyük hükümdarın kıssasından genel olarak istifade ederiz. Güç ve iktidar nasıl hak yolunda kullanılır? Sana kim dedi “güç pervasızdır” diye? Bazen hedefli bir şekilde ilerlersin, bazen gücünü hakkı yaymak için kullanırsın, hidayeti duyurma yolunda, dünyada fazileti, cömertliği ve güzel ahlakı yaymak adına… Öyleyse Cenab-ı Hak bu kıssayı önümüze şu en önemli hakikati anlamamız adına koymuştur; İktidar, güç ve hükümdarlık sahibini imanın en üst mertebelerine ulaştırabilir, iktidar, güç ve saltanatın en üst seviyelerindeyken de bir peygamber olabilir. Peki, iktidar, güç ve saltanat nasıl hakka hizmet etmek, hakkı yaymak, hakkın zafer kazanması için kullanılır? İşte kıssanın amacı ve içeriği budur.
O zaman kıssanın odak noktası şu; iktidar ilimle kıyaslandığında hiçbir şey değildir. Çünkü ilim etkisini sonsuza değin sürdürür. İktidar ise ölümle birlikte etkisini kaybeder. Saltanatın sona ermesi için kalbin durması yeterlidir. Sadece kalbin durması ile saltanat yıkılır. Fakat ilim insanla birlikte sonsuza kadar devam eder. Dolayısıyla Allah Azze ve Celle bu kıssa ile şunu murat ediyor; herhangi bir insana Allah kuvvet verdiyse, ona prestij, statü, makam verdiyse o insan gücünü hak yolunda, hakkın hizmetinde, hakkın zafer kazanması için kullanmalıdır. Nasıl ki para bir güç olarak dünyada hak yolda kullanılıyorsa, nasıl ki ilim diğer bir güç olarak Allah yolunda kullanılıyorsa, güç, saltanat ve iktidar da hak yolunda kullanılabilir.
Hz. Süleyman… İktidarda ihtiyatlı davranmanın gereği teyakkuzda olmaktır. Aramanın, yoklamanın tersi boş vermektir. Teyakkuzda olup hep gözden de geçirebilirsin, ihmal de edebilirsin. Ama ihmal etmek başarılı bir hükümdarın özelliği değildir. Veya ihtiyatlı bir kralın, yetenekli bir liderin sıfatı olamaz.
Bu ayetin anlamı Hz. Süleyman zamanında yaşayan tüm insanlar, tüm cinler, tüm kuşlar bu yüce peygambere boyun eğiyor demek değildi. Bazı insanlar, bazı cinler ve bazı kuşlar Hz. Süleyman’ın emrindeydi. Üçüncü bir şeye gelirsek; bu peygamberin emrine verilen kuşlar diğer kuşlar gibi değildiler. Onlar idrak gücüne sahip özel kuşlardı, onlarda diğer kuşlarda bulunmayan seçkin istisnai durumlar mevcuttu. Az sonra siz de benimle birlikte bu sözün ne demek olduğunu göreceksiniz…
Hüdhüd kelimesi, başında elif lam takısı vardır yani marife bir kelimedir. Dolayısıyla Hüdhüd bilinen bir kuştur. Tanınan, bildiğimiz özel bir hüdhüd kuşudur. Belirlidir. Hüdhüd hakkında soruluyor. Bu çok önemli bir noktadır. Sen yönetim seviyesine geldiğinde yönetilen kişilere karşı gevşek davranırsan, onlara aşırı yumuşak davranır, kararlı olmazsan, bu tavrın duyulur, yayılır. Senin kararlı, hesaplı veya disiplinli olmadığın söylenir. Bir hüdhüd kuşu hakkında bu boş vermişlik hali duyulursa da bu çok hızlı bir şekilde bulaşıcı hastalık gibi yayılır, günler, haftalar, aylar içinde tüm hüdhüdler gelmez, kendilerine verilen görevleri yerine getirmezler. İşte Hz. Süleyman Hüdhüdü bulamayınca aramaya başladı. Peygamberin etrafındaki herkes hüdhüd’ün kayıp olduğunu, izinsiz gittiğini biliyorlardı. Çünkü eğer izinli olarak kaybolmuş olsaydı bu yüce peygamber onu sormazdı. Mesela birini bir görev için bir yere göndersen ve o kişi günlerce ortadan kaybolsa sen onu sormazsın, çünkü sen göndermişsindir.
Öyleyse buradan çıkarılan bilgiye göre Hüdhüd kuşunun yokluğu izinsiz bir kayboluştur. O gayri meşru bir şekilde ortadan kaybolmuştur. Hz. Süleyman onu arıyordu ve etrafındaki cinler, insanlar ve kuşlar bu kuşun izinsiz gittiğini öğrendiler. Şimdi durumu izliyorlardı, Hz. Süleyman ne yapacaktı? Sessiz mi kalacaktı? Hesap sormayacak mıydı? Elini tutmayacak, işlerini kontrol etmeyecek miydi? O zaman boş vermişlik ve ihmal olurdu ve bu bir kusurdur. Bu eksiklik ve kusur tüm hüdhüd kuşlarına sirayet ederdi. Ve tabi diğer bütün kuşlara, bütün insanlara ve cinlere… İşte liderlikte alınacak ders budur.
Sen bir okulda öğretmensin diyelim, öğrencilere ödev veriyorsun. Bir öğrenci ödevini yapmıyor. Tüm öğrenciler ödevi yapıyorlar sadece biri yapmıyor. Öğrenciler bu durumda sana bakıyorlar, ne yapacaksın diye? Ama sen hiçbir şey yapmıyorsun ve ona diyorsun ki: “Sen ödevini yapmadın ama bunda özgürsün.” İşte bu cümleden sonra ertesi gün kesinlikle sınıfın yarısı ödevini yapmayacaktır. İki gün sonra bir iki kişi dışında ödev yapmış öğrenci bulamayacaksın. Öğrenciler sana bakarlar ve senin bir şey yapmadığını görürler. Sen kararlı, disiplinli bir tavır sergilemedin. Hiçbirinin eline vurmadın, tehdit etmedin, bir şey vaat etmedin, hiçbir şey yapmadın. Öğrenci ödev yapmaktan geri durdu ve yapmadı, ihmal etti, sen de sustun.
Aynı şekilde bir baba da böyledir. Sen bir babaysan ve birçok çocuğun varsa, onlardan biri sınırını aştığı zaman olumlu ya da olumsuz hiçbir şey yapmazsan bu sınır aşma problemi birkaç gün içinde diğer çocuklarına da sirayet edecektir. Bir fabrikanın müdürüysen, hastane müdürüysen, okul müdürüysen, bir idare makamındaysan etrafındaki kişilerden biri bir kusur işlediğinde, bir hata, bir yanlış, bir aykırılık, bir sınırı aşma gibi bir tavır sergilediğinde bir şey yapmazsan, bu tavır hızlıca diğer kişilere de yansıyacaktır.
Öyleyse bu tavır bize nasıl anne baba olacağımızı, nasıl başarılı öğretmenler olacağımızı, istenilen sonuca varmak için en doğru şekilde nasıl davranacağımızı öğretir. Hz. Ömer’in arkadaşlarından bazıları ona şöyle dedi: “İnsanlar senin şiddetinden korkuyorlar.” Merhametli halife ağlamaya başladı ve şöyle buyurdu: “Vallahi ey Ebu Zer insanlar benim kalbimdeki merhameti bilseler şu hırkamı bile alırlar. Ama bu iş senin bildiğin gibi değil.”
Bu büyük halife bir gün Medine’nin sokaklarında yürürken oturan bir adam gördü. Adam ayağa kalkmamış otoritesine saygı göstermemişti. Halife onu çağırdı ve şöyle dedi: “Allah’ın otoritesinden korkmaz mısın? O zaman Allah’ın otoritesi senden hiç korkmaz.” Onu kendi haline bıraksaydı, durum daha da kötüleşir ve insanların hepsi hadlerini aşarlardı. Bu bir otorite ve yönetim dersidir.
Çevrenizdekilerin zamanı geldiğinde onlara acı bir ceza verebileceğinizi bilmeleri gerekir. Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyuruyor:
Yani bu güç tüketmek veya kullanmak için değil, fakat bazen düşmanı korkutmak içindir. Bu yüzden ölümcül silahlara sahip büyük devletlerden korkulur. Bu silahları belki kullanmazlar ama hep korku sebebi olarak kalır. Allah Teala da böyle biz Müslümanlardan düşmanlarımıza karşı, onların sınırlarında durmaları için kuvvet hazırlamamızı istiyor. Zira o düşmanlar bize ve topraklarımıza saldırırlar.
وَتَفَقَّدَ الطَّيْرَ فَقَالَ مَا لِيَ لَا أَرَى الْهُدْهُدَ أَمْ كَانَ مِنَ الْغَائِبِينَ* لَأُعَذِّبَنَّهُ عَذَابًا شَدِيدًا أَوْ لَأَذْبَحَنَّهُ
“Süleyman kuşları gözden geçirdi ve “Hüdhüdü niçin göremiyorum; yoksa kayıplara mı karıştı?” diye sordu. Onu şiddetle cezalandırırım ya da onu boğazlarım!”
Fakat bu yüce peygamberin söylediği bu adalet, sancağını kaldırdığı bu hak, Hüdhüd ona geldiğinde onu apaçık bir delile teslim eder. Şöyle buyurur:
((لَأُعَذِّبَنَّهُ عَذَابًا شَدِيدًا أَوْ لَأَذْبَحَنَّهُ أَوْ لَيَأْتِيَنِّي بِسُلْطَانٍ مُبِينٍ (21)
“Ya bana açık bir gerekçe getirir veya onu şiddetle cezalandırırım ya da onu boğazlarım!”
“Ya bana açık bir gerekçe getirir veya onu boğazlarım!”
Suçlama ve azarlamadan önce mazeret talep etmek:
Hüdhüd yokluğunun sebebini açık ve ikna edici bir delille sunmalıdır. O zaman meşru ve hukuki bir şekilde izinli sayılabilir. Yoksa:
﴾( لَأُعَذِّبَنَّهُ عَذَابًا شَدِيدًا أَوْ لَأَذْبَحَنَّهُ (21 ﴿
“Onu şiddetle cezalandırırım ya da onu boğazlarım!”
Buradan hareketle bazıları diyor ki; “Burada mazeretinin ne olduğunu öğreninceye kadar kimseyi suçlamadı.” Öfkeni kardeşinin üzerine dökmeden önce “şöyle şöyle yapacağım” demeden önce bekle ve de ki: “Ya bana açık ve ikna edici bir mazeret sunacak ya da ben şunu şunu yapacağım.” Gıyabında onu yargılamaya gelince, bu hakkı uygulayan bir müminin, kendisine tabi olana karşı, hele büyük bir peygamberin, ne kadar öfkelense de yapacağı bir iş değildir. Hüdhüdün yokluğunda bunu yapması meşru olamaz. Fakat Allah Subhanehu ve Teala bize bazı şeylerin nasıl olması gerektiğini öğretiyor. Çünkü apaçık bir delil yani geçerli bir mazeret, ikna edici bir kanıt, açık bir delil kesinlikle gereklidir.
﴾ (فَمَكَثَ غَيْرَ بَعِيدٍ فَقَالَ أَحَطتُ بِمَا لَمْ تُحِطْ بِهِ وَجِئْتُكَ مِن سَبَإٍ بِنَبَإٍ يَقِينٍ (22 ﴿
﴾ Çok geçmeden hüdhüd gelip dedi ki: “Ben, senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sebe’ halkından sana kesin bir bilgi getirdim. ﴿
Beklemesi uzun sürmedi. Yani çok uzun zaman geçmeden Hüdhüd geldi.
Hüdhüd kuşundan güzel bir şekilde özür dilemeyi öğren:
Hüdhüd burada zekânın son noktası bir tavır sergiliyor. Az önce size söylememiş miydim: O sıradan bir hüdhüd kuşu değildir. Zira sıradan hüdhüd kuşlarının bu zeka seviyesine gelmeleri mümkün değildir. Diğerleri bu bilgeliğe, bu idrak gücüne, bu derinliğe sahip değildir. Anlaşmazlığa düştüğünüz kişi ile karşılaştığınızda, onu çok öfkeli gördüğünüzde onun öfkesine soğuk su dökmeniz gerekir ki öfkesi dinsin. Peki, bu kendisinden korkulan yüce hükümdarın susmasının, eziyet etmekten kaçınmasının tüm öfkesini Hüdhüd kuşuna yansıtmamasının nedeni nedir? İşte böyle zamanda ona garip, önemli bir haber, benzeri görülmemiş bir hadise getirirsin. Onu kendinden uzaklaştırarak başka bir şeye yöneltirsin yani konuyu değiştirirsin. Tüm dikkatini diğer olaya toplarsın. Ne demişti:
((فَقَالَ أَحَطتُ بِمَا لَمْ تُحِطْ بِهِ (22)
“Ben, senin bilmediğin bir şeyi öğrendim.”
Dedi ki: “Ben, senin bilmediğin bir şeyi öğrendim.
Bazen bir çocuk çok geç kalır. İçeri girdiğinde kendisine yöneltilecek bir öfke atmosferi ile karşılaşır. Ve o da oradakilere tuhaf haberler getirir: “Ben korkunç bir kaza gördüm.” Anne babası da öfke yöneltmek yerine o getirdiği bilgiye yönelirler. Ne olmuş? Ne kazası? Böylece öfke dağılır ve fırtına diner. Hüdhüd de aynen böyle yaptı. Ve şöyle dedi:
((فَقَالَ أَحَطتُ بِمَا لَمْ تُحِطْ بِهِ (22)
“Ben, senin bilmediğin bir şeyi öğrendim.”
Sen Süleyman’sın ey hükümdar. Sen kuşların, cinlerin ve insanların boyun eğdiği bir hükümdarsın. Ey rüzgârların bile boyun eğdiği kral…
(أَحَطتُ بِمَا لَمْ تُحِطْ بِهِ)
“senin bilmediğin bir şeyi öğrendim.”
((وَجِئْتُكَ مِنْ سَبَإٍ بِنَبَإٍ يَقِينٍ (22)
“Sebe’ halkından sana kesin bir bilgi getirdim.”
“Sebe’ halkından sana kesin bir bilgi getirdim.”
Hüdhüd Sebe’de idi. Hz. Süleyman ise Kudüs’teydi. Hüdhüd Sebe’ye gitti ve bir haber getirdi. Öyle görünüyor ki, Hz. Süleyman haberi duymak istiyordu. Peki, nedir bu kesin haber? Bu sadık haber nedir? Bu önemli sorun nedir?
“Onları bir kadın hükümdarın yönettiğini gördüm” ayetinden çıkarımlar:
Şöyle buyruluyor:
﴾(إِنِّي وَجَدتُّ امْرَأَةً تَمْلِكُهُمْ وَأُوتِيَتْ مِن كُلِّ شَيْءٍ وَلَهَا عَرْشٌ عَظِيمٌ (23 ﴿
﴾ kendisine her imkân verilmiş; bir de muhteşem tahtı var. ﴿
1. Kadın ve erkek görev ve sorumluluk ile mükâfatlandırma bakımından eşittir:
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
(( لَنْ يُفْلِحَ قَوْمٌ وَلَّوْا أَمْرَهُمْ امْرَأَةً ))
(( “Başlarına bir kadını yönetici seçen topluluk asla felah bulamaz." ))
[ Buhari Ebu Hureyre’den nakletmiştir ]
Her zaman söylerim; Kadın iki şeyde erkek gibidir: Görev ve sorumlulukta ve mükâfatlandırmada. Yani kadın imanın rükunları konusunda, İslam’ın rükunları konusunda tıpkı erkek gibidir. Zaruri olarak ne öğretilmesi gerektiğini bilmeli, namaz kılmalı, oruç tutmalı, haccetmeli, bunlar gibi şeyleri yerine getirmelidir. Dinin kurallarına uymalıdır. Kadın da İslam ve iman ile mükelleftir. Öyleyse kadın görev ve sorumlulukta ve yine mükâfatlandırılma konusunda da erkek ile eşittir. Tıpkı erkek gibi yükümlüdür, tıpkı onun gibi onurlandırılır. Delili de şu ayettir:
إِنَّ الْمُسْلِمِينَ وَالْمُسْلِمَاتِ وَالْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَالْقَانِتِينَ وَالْقَانِتَاتِ وَالصَّادِقِينَ وَالصَّادِقَاتِ وَالصَّابِرِينَ وَالصَّابِرَاتِ وَالْخَاشِعِينَ وَالْخَاشِعَاتِ وَالْمُتَصَدِّقِينَ وَالْمُتَصَدِّقَاتِ وَالصَّائِمِينَ وَالصَّائِمَاتِ وَالْحَافِظِينَ فُرُوجَهُمْ وَالْحَافِظَاتِ وَالذَّاكِرِينَ اللَّهَ كَثِيرًا وَالذَّاكِرَاتِ أَعَدَّ اللَّهُ لَهُمْ مَغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا
[ سورة الأحزاب الاية 35 ]
﴾ Müslüman erkekler, müslüman kadınlar; mümin erkekler, mümin kadınlar; ibadet ve itaat eden erkekler, ibadet ve itaat eden kadınlar; özü sözü doğru erkekler, özü sözü doğru kadınlar; sabreden erkekler, sabreden kadınlar; gönlünü ibadete vermiş erkekler, gönlünü ibadete vermiş kadınlar; (Allah için) yardım yapan erkekler, yardım yapan kadınlar; oruç tutan erkekler, oruç tutan kadınlar; iffetlerini koruyan erkekler, iffetlerini koruyan kadınlar; Allah’ı çokça anan erkekler, çokça anan kadınlar; işte bunlar için Allah büyük bir ödül hazırlamıştır. ﴿
2. Erkek Kadın Gibi Değildir:
Şöyle ki, kadın sorumluluk ve mükâfat konularında tamamen erkek ile aynıdır. Ama kadın kadındır, erkek de erkektir. Allah Subhanehu ve Teâlâ kadına kadınlığına yakışan psikolojik özellikler, aklî, bedensel, fiziksel ve toplumsal özellikler bahşetmiştir. Yani kadın kelimenin tam anlamıyla kadındır. Onda bulunan tüm özellikler onun önemli vazifesine hizmet eder. Düşüncesi, yapısı, psikolojisi, zihniyeti, kendisinde bulunan her şey onun ailede almış olduğu o önemli göreve hizmet etmektedir.
Erkeğin aklı, yapısı, kaslı yapısı, düşünceleri, aklının duygularına üstün gelmesi gibi tüm bu özellikleri erkekliğe ait unsurlardır. Erkek ev dışında bu rolünü yerine getirebilsin diye bu şekilde yaratılmıştır.
Öyleyse, sorun nereden kaynaklanıyor? Rollerin değiştirilmesinden kaynaklanıyor. Bir cihaz var, bu cihaz tüm özellikleriyle yaz aylarında sıcaklarda seni serinletir, bu cihaz klimadır. Bir diğeri de tamamen kış aylarında seni ısıtması için tasarlanmış bir cihaz yani kaloriferdir. Sen klimayı kışın, kaloriferi yazın kullanıyorsun. Bu şekilde kabul edilemez bir şey yapmış olursun. İşte bu bozukluk, bu düzensizlik nereden geliyor? Rollerin değiştirilmesinden tabi. Allah Teâlâ kadına eşinin hoşuna gidecek şekilde güzellik vermiştir. Ama kadın o güzelliğini herkese, talep eden herkese sunarsa yeryüzünde fesat ve bozukluk yayılır. Erkeğe de Allah Teâlâ akıl, hikmet, güçlü kaslar vermiştir ki ev dışındaki rolleri etkili ve aktif bir şekilde yönetebilsin. O da rolünü bir kenara bırakıp yönetilen olursa roller değişmiş olur. Biz rolleri değiştirdik. Buradan hareketle denir ki; “Onlara ancak onurlu biri onurlu davranır, ahlaksız biri de onları aşağılar. Kadınlar cömert olanları yenerler. Onları ancak kötüler yenebilir.”
(( لَا تُكْرِهُوا الْبَنَاتِ فَإِنَّهُنَّ الْمُؤْنِسَاتُ الْغَالِيَاتُ ))
(( Kız çocuklarından nefret etmeyiniz Onlar ki değerliler, teselli edenlerdir. ))
[ Ahmed b. Hanbel zayıf senetle nakletmiştir ]
(( أَلَا وَاسْتَوْصُوا بِالنِّسَاءِ خَيْرًا ))
(( Kadınlar hakkında birbirinize hayır tavsiye edin! ))
Rasulullah (s.a.v.)’in kadına ikramda bulunmak ile ilgili sayısız hadis-i şerifi vardır. Ancak ona bir görev vermek için aklın duygulara, şefkat ve merhamete üstün gelmesi gerekir. Mesela bir kadının suçlu birini idamla cezalandırması zordur. Tabiatı, yapısı, şefkati, anneliği, çocuklarına olan sevgisi onu bir suçlunun hayatını sona erdirme kararını vermesine izin vermez. Allah Teala şöyle buyuruyor:
﴾ (وَلَكُمْ فِي الْقِصَاصِ حَيَاةٌ يَا أُولِي الْأَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ(179
﴿
﴾ Kısasta sizin için hayat vardır, ey akıl sahipleri, umulur ki sakınırsınız. ﴿
İdam cinayeti engeller, toplumun yaşaması katilin öldürülmesi ile mümkündür. Ama bir kadın bunu yapamaz. Bu yüzden Efendimiz şöyle buyurmaktadır:
(لَنْ يُفْلِحَ قَوْمٌ وَلَّوْا أَمْرَهُمْ امْرَأَةً)
“Başlarına bir kadını yönetici seçen topluluk asla felah bulamaz."
Fakat hüdhüd burada değişik bir haber getirmiştir.
فَقَالَ أَحَطتُ بِمَا لَمْ تُحِطْ بِهِ وَجِئْتُكَ مِنْ سَبَإٍ بِنَبَإٍ يَقِينٍ * إِنِّي وَجَدْتُ امْرَأَةً تَمْلِكُهُمْ وَأُوتِيَتْ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ
“Çok geçmeden hüdhüd gelip dedi ki: “Ben, senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sebe’ halkından sana kesin bir bilgi getirdim. “Onları bir kadın hükümdarın yönettiğini gördüm; kendisine her imkân verilmiş”
“Onları bir kadın hükümdarın yönettiğini gördüm; kendisine her imkân verilmiş; bir de muhteşem bir tahtı var.”
Bu bana bir ayeti hatırlatıyor;
فَلَمَّا نَسُوا مَا ذُكِّرُوا بِهِ فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ أَبْوَابَ كُلِّ شَيْءٍ حَتَّىٰ إِذَا فَرِحُوا بِمَا أُوتُوا أَخَذْنَاهُم بَغْتَةً فَإِذَا هُم مُّبْلِسُونَ
[ سورة الأنعام الاية 44 ]
﴾ “Onlar, kendilerine yapılan uyarıları unutunca her şeyin kapılarını onlara açtık. Nihayet kendilerine verilenler yüzünden şımardıkları zaman onları ansızın yakaladık! Böylece onlar birden bire bütün ümitlerini yitirdiler.” ﴿
[ Enam Suresi: 44 ]
Her şey, çeşit çeşit mallar, evler, arabalar, onlara her şeyi verdik.
(وَأُوتِيَتْ مِن كُلِّ شَيْءٍ)
“kendisine her imkân verilmiş”
Öyle görünüyor ki hüdhüd bu hükümdarın komutasına, tahtına, sarayına, askerlerine, hizmetkârlarına, ekibine, ordusuna, imkânlarına ve enerjisine bakmış.
(إِنِّي وَجَدْتُ امْرَأَةً تَمْلِكُهُمْ وَأُوتِيَتْ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ وَلَهَا عَرْشٌ عَظِيمٌ )
“Onları bir kadın hükümdarın yönettiğini gördüm; kendisine her imkân verilmiş”
Buraya kadar durum makuldür. Bir kadının bir halkı var, büyük bir tahtı var, her şey emrine verilmiş, aklına gelebilecek her şeye sahip, elinde her çeşit nimet var. Akla gelebilecek her şey sayılmayacak kadar çok nimet kendisine verilmiş.
((وَأُوتِيَتْ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ وَلَهَا عَرْشٌ عَظِيمٌ (23)
“kendisine her imkân verilmiş; bir de muhteşem tahtı var.”
Fakat ciddi bir sorun var, felaketlerin felaketi, büyük facia…
وَجَدتُّهَا وَقَوْمَهَا يَسْجُدُونَ لِلشَّمْسِ مِن دُونِ اللَّهِ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ أَعْمَالَهُمْ فَصَدَّهُمْ عَنِ السَّبِيلِ فَهُمْ لَا يَهْتَدُونَ (24
﴾ Ancak onun ve halkının Allah’ı bırakıp güneşe taptıklarını da gördüm . Şeytan onlara yaptıklarını güzel göstermiş, böylece onları yoldan alıkoymuş; bu yüzden doğru yolu bulamıyorlar. ﴿
“Ancak onun ve halkının Allah’ı bırakıp güneşe taptıklarını da gördüm.”
Akılları nerede? Fikirleri nerede? Nasıl güneşin Rableri olduğuna inanırlar? Allah’tan başkasına mı tapıyorlar?! Güneş batmıyor mu?
فَلَمَّا رَأَى الشَّمْسَ بَازِغَةً قَالَ هَذَا رَبِّي هَذَا أَكْبَرُ فَلَمَّا أَفَلَتْ قَالَ يَا قَوْمِ إِنِّي بَرِيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَ
[ 78 سورة الأنعام: الاية ]
﴾ Güneşi doğarken görünce, “Rabbim budur; zira bu daha büyük” dedi. O da batınca dedi ki: “Ey kavmim! ben, sizin (Allah’a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. ﴿
Peki, güneşin yokluğunda tüm bu kâinatı kim idare ediyor?
((وَجَدْتُهَا وَقَوْمَهَا يَسْجُدُونَ لِلشَّمْسِ مِنْ دُونِ اللَّهِ (24)
“Ancak onun ve halkının Allah’ı bırakıp güneşe taptıklarını da gördüm.”
“Şeytan onlara yaptıklarını güzel göstermiş”
(وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ أَعْمَالَهُمْ)
(Şeytan onlara yaptıklarını güzel göstermiş)
Bundan daha da kötüsü şeytan onlara bu amellerini güzel gösteriyor. Çok büyük bir tehlike, yoldan sapmış olanlar kendilerini hak üzere olarak görüyorlar. Sen onlara nasıl doğru yolu göstereceksin? “İnsanlardan öyleleri vardır ki bilirler, bildiklerini de bilirler, onlar âlimlerdir, onlara uyun. Bir de bilmeyenler ve bilmediklerinin farkında olanlar vardır ki onlar cahillerdir, onlara öğretin. Bir de bilmeyip bilmediğinin de farkında olmayan vardır ki o da şeytandır, onu uyarın!”
(وَجَدتُّهَا وَقَوْمَهَا يَسْجُدُونَ لِلشَّمْسِ مِن دُونِ اللَّهِ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ أَعْمَالَهُمْ)
( Ancak onun ve halkının Allah’ı bırakıp güneşe taptıklarını da gördüm. Şeytan onlara yaptıklarını güzel göstermiş )
قُلْ هَلْ نُنَبِّئُكُمْ الأَخْسَرِينَ أَعْمالا(103) الَّذِينَ ضَلَّ سَعْيُهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَهُمْ يَحْسَبُونَ أَنَّهُمْ يُحْسِنُونَ صُنْعًا
[ سورة الكهف الاية:103-104 ]
﴾ De ki: “Size, iş ve davranışları bakımından en çok ziyana uğrayanları bildirelim mi? Onlar, iyi yaptıklarını sandıkları halde, dünya hayatında çabaları boşa giden kimselerdir. ﴿
İnsanın Rabbine isyan etmesi bir musibettir. Rabbine isyan edip kendisinin kurtulmuş ve hak yolda olduğunu zannetmesi daha da büyük bir musibettir. İşte tehlike buradadır. Sapkınlıktaki en büyük tehlike budur. Allah korusun sen yoldan sapmışsan ve bunun farkındaysan mesele kolaydır. Hızlı bir şekilde doğruya geri dönebilirsin. Fakat burada en büyük tehlike doğru yolda olduğunu zannetmendir. İnsanların hepsinin dalalette olduğunu düşünmendir. Sen bu şekilde hidayet yolunu kesmiş olursun, dönüş yolunu kapatırsın.
وَجَدتُّهَا وَقَوْمَهَا يَسْجُدُونَ لِلشَّمْسِ مِن دُونِ اللَّهِ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ أَعْمَالَهُمْ فَصَدَّهُمْ عَنِ السَّبِيلِ فَهُمْ لَا يَهْتَدُونَ
“Ancak onun ve halkının Allah’ı bırakıp güneşe taptıklarını da gördüm. Şeytan onlara yaptıklarını güzel göstermiş, böylece onları yoldan alıkoymuş; bu yüzden doğru yolu bulamıyorlar.”
“böylece onları yoldan alıkoymuş; bu yüzden doğru yolu bulamıyorlar.”
Allah’a giden yol kapanmış, Allah’a giden yolda geçiş yok, arzuları Allah ile kendileri arasına bir perde çekmiş. Şirkleri tevhid ile aralarına büyük bir engel olmuş. İsyanları onları utandırıyor, şirk onları felç ediyor, basiretlerinin olmayışı onları şaşkına çevirmiş. Bu hangi Hüdhüd kuşu? Peki, bu yüce peygamberin öfkesini üzerine dökmesinden alı koyan, onu farklı, değişik bir habere yönlendiren hüdhüd neyin nesidir? Bu kuş o kadının yaptığını nasıl bulmuştur?
((تَمْلِكُهُمْ وَأُوتِيَتْ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ وَلَهَا عَرْشٌ عَظِيمٌ (23)
“kendisine her imkân verilmiş; bir de muhteşem tahtı var.”
O ve kavmi Allah’ı bırakıp güneşe secde ediyorlar. Ve şeytan da onlara bu yaptıklarını güzel gösteriyor. Bu yüzden de doğru yolu bulamıyorlar.
“Allah’a secde etmesinler diye”
Hüdhüd şimdi araştırıyor:
أَلَّا يَسْجُدُوا لِلَّهِ الَّذِي يُخْرِجُ الْخَبْءَ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَيَعْلَمُ مَا تُخْفُونَ وَمَا تُعْلِنُونَ
﴾ (Şeytan bunu) göklerde ve yerde gizli olanı açığa çıkaran, gizlediğinizi ve açıkladığınızı bilen Allah’a secde etmesinler, diye yapmış. ﴿
Onları güneşi ve ayı yaratan, yerleri, dağları, havayı ve suyu, yiyecek içecekleri, insanı yaratan Allah’a secde etmekten alı koyan nedir? Onlar ile Allah’a secde etmenin arasına girip engel olan şey nedir?
(أَلَّا يَسْجُدُوا لِلَّهِ)
“Allah’a secde etmesinler diye”
“(Şeytan bunu) göklerde ve yerde gizli olanı açığa çıkaran”
O Allah kimdir?
(الَّذِي يُخْرِجُ الْخَبْءَ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ)
“(Şeytan bunu) göklerde ve yerde gizli olanı açığa çıkaran”
Yani bu gökyüzünde ne gizlidir? Yağmur, O saf ve temizdir, masmavi bir duruluktadır, umutsuzluk ruhlarda düğümlenir ve insanlar bol yağmur için Allah’a yönelirler. Birkaç saat gibi kısa bir süre sonra gökyüzü bulutlarla kaplanır ve yağmur başlar, su kovalarından dökülür gibi yağar. Bu yağmur toprağı ölümden sonra bir diriliş gibi canlandırır. Toprak bu sulama ile dirilir ve doğa neşeli bir renge bürünür.
وَمِنْ آيَاتِهِ أَنَّكَ تَرَى الْأَرْضَ خَاشِعَةً فَإِذَا أَنزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَاءَ اهْتَزَّتْ وَرَبَتْ ۚ إِنَّ الَّذِي أَحْيَاهَا لَمُحْيِي الْمَوْتَىٰ ۚ إِنَّهُ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
[
سورة فصلت: الاية 39 ]
﴾ “O’nun işaretlerinden biri de şudur: Sen arzı (ölmüş gibi) kupkuru görürsün; ama üzerine yağmur indirdiğimizde toprak canlanıp kabarır. Ona can veren, elbette ölülere de can verir. O her şeye kadirdir.” ﴿
Öyleyse;
(أَلَّا يَسْجُدُوا لِلَّهِ الَّذِي يُخْرِجُ الْخَبْءَ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ (25
“(Şeytan bunu) göklerde ve yerde gizli olanı açığa çıkaran, gizlediğinizi ve açıkladığınızı bilen Allah’a secde etmesinler, diye yapmış.”
Yer neyi saklar? Bitkileri… Gözle görünmeyecek kadar küçük bir tohum atarsın, yüksek bir filiz ise senin için güzel meyveler, ihtiyacın olan sebzeleri verir. O senin temel besinindir. Onu nasıl yedin? Nasıl ürün aldın? Nasıl büyüdü? Bu çok garip bir şey. Belirli bir tohum ek, tohumların hepsi yaklaşık yarım dönümlük bir alanda iken hacimleri beş gramı geçmez. Yaklaşık doksan gün sonra arazinin yarısını boyları yaklaşık iki buçuk veya bir buçuk metreyi bulan bitkilerle kaplanmış olarak bulursun. O bitkiler çeşitli sebzeleri taşırlar. Peki, bu neredeydi? Bu hacim, bu bitkiler nasıl bu hale geldi? Nasıl o özel programla büyüdü? Nasıl meyvelerini topladın? İşte bu Yüce Allah’tır, O’na secde et.
Çok basit sorularımız var. Sen ot yiyen bir ineği gözlerinle görürsün, sonra o inek süt verir. Ya Rabbi, bu sessiz fabrika da neyin nesidir? Gürültüsüz, yakıtsız çalışır. Bir ölçü süt için dört yüz ölçü kan gerekir. İneğin memesi kubbe gibi yarım küre şeklindedir. Bu kubbenin etrafında üst tarafında çok büyük kan damarları bulunur. Bu kan damarlarında dört yüz litre kan dolaşır ve kubbenin en alt kısmından bir litre süt gelir. Bir inek günde kırk kilo süt verir. Günde altmış kilo süt veren melez inekler de vardır. Biz otu gözlerimizle görüyoruz. Dünyada bu yeşil otu süte, peynire, yoğurda, yağa dönüştürebilecek üst düzey bir sanayi kuruluşu var mıdır? İşte bunlar Allah’ın ayetleridir. Tavuk sana yumurta verir. Koyun, yününü verir, derisini, etini, yağını verir.
(أَلَّا يَسْجُدُوا لِلَّهِ)
“Allah’a secde etmesinler diye”
Karşında duran çocuk aslında atılmış bir su damlasıydı. Bir ilişkide üç yüz milyon sperm oluşur. Cenin onlardan birinin yumurtayı döllemesiyle oluşur. Bu yumurta bölünür, bölünür, önce alaka, sonra mudga, sonra da cenin yani fetüs olur. Dokuz ay sonra bu küçük çocuğun artık gözleri, kulağı, burnu, ağzı, dili, küçük dili, yemek borusu, midesi, bağırsağı, pankreası, safrası, karaciğeri, ince ve kalın bağırsağı, damarları, atar damarları, kalbi ve akciğerleri, kasları ve kemikleri, tırnakları, saçları, böbrek üstü bezleri, pankreası, beyni, ön lobu, arka lobu, yan lobu, omurilik soğanı, beyinciği, duyu ve hareket sinirleri vardır. Ve her kılının da bir damarı, bir atardamarı, bir kası, bir yağ bezi ve bir pigment bezi vardır. Peki, bunların hepsi bir spermden oluşuyorsa, bu kimin eliyle oluyor? Allah Azze ve Celle’ye secde et! O ki insanı en güzel şekilde yarattı, senin için hayvanları yarattı.
﴾ (وَالْأَنْعَامَ خَلَقَهَا ۗ لَكُمْ فِيهَا دِفْءٌ وَمَنَافِعُ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَ(5 ﴿
﴾ Eti yenen büyük ve küçük baş hayvanları da O yarattı . Onlarda sizin için soğuktan koruyucu şeyler ve başka yararlar vardır, ayrıca onlardan beslenirsiniz. ﴿
[ Nahl Suresi: 5 ]
Sizlere kuşlar ile ilgili çok açık net bir ayet söyleyeyim;
أَوَلَمْ يَرَوْا إِلَى الطَّيْرِ فَوْقَهُمْ صَافَّاتٍ وَيَقْبِضْنَ ۚ مَا يُمْسِكُهُنَّ إِلَّا الرَّحْمَٰنُ ۚ إِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ بَصِيرٌ