- Islam akaidi
- /
- 1.İslam Akaidi
Hamd, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a, Salât ve Selam emin ve sözüne sadık olan Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e olsun.
Allah’ın Yarattığı Varlıklar Üzerindeki Esrarı:
1- Allah Teâlâ’nın Hayvanları, Yiyecek Ve İçeceklerine Ulaştırması:
Her şeyden önce hayvanlardan bahsedeceğiz: Hayvanlara, kendilerine verilen tabiat ve içgüdüler hükmeder. Yani Allah Azze ve Celle hayvanlarda, onları yiyeceklere iten bir güç yaratmıştır ki bu açlıktır, yine onları üremeye iten bir güç yaratmıştır ki, bu da türlerinin devamıdır. Hayvanlar, her türlü tabiat ve içgüdülerle donatılmışlardır fakat Allah Teâlâ onları bu içgüdülerle mükellef tutmaz,
bunları bir emanet kabul etmez ve önlemez. Bu içgüdülerin hepsi sadece onların yararı için düzenlenmiştir. Nitekim hayvanlar nadiren hasta olurlar, çünkü asla ihtiyaçlarından fazlasını yemezler. Yine suyu bir nefeste değil, yavaş yavaş, sindirerek içerler. Çünkü içgüdüleri onlara bunu emreder. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
قَالَ فَمَن رَّبُّكُمَا يَا مُوسَى - قَالَ رَبُّنَا ﴿
﴾ الَّذِي أَعْطَى كُلَّ شَيْءٍ خَلْقَهُ ثُمَّ هَدَى
“Firavun, “Sizin Rabbiniz kim, ey Musa?” dedi. Musa, “Rabbimiz, her şeye hilkatini (yaratılış özelliklerini) veren, sonra onlara yol gösterendir” dedi.”
Yabancılar buna ‘içgüdü’ derken, Cenab-ı Hak onu ‘hidayet’ yani ‘yol göstermek’ diye isimlendirmiştir. Hayvanlar, son derece karmaşık şeyleri hiçbir eğitim almaksızın, içgüdüsel olarak, fıtrî bir şekilde yapabilmektedirler. Çünkü Allah Teâlâ onları, İslamî literatürde ‘hidayet’ dediğimiz güdüler ve içgüdülerle donatmıştır. Zira bu içgüdüler hayvanların çoğunu, üremek için dişiye her zaman yönlendirmez, sadece belli mevsimlerde çiftleşme gerçekleşir, bu da sadece hayvana zarar vermemek içindir. Besin maddelerinden bir çeşide ve sınırlı miktarda beslenmeye onları yönlendirir ki bu da aynı amaçla yapılmaktadır.
Hayvanların İçgüdüleri ile ilgili Bazı Örnekler:
Şam’ın mahallelerinden birinde bir kişi kabak yemeğe davet edilmişti, o da daveti kabul etti, kabağı yedi, karnını doyurdu ve yemeği bıraktı. Ona “Bizim hatırımız için ye” dediler ve daha çok yemesini istediler. O da, neredeyse patlayana kadar yedi. Ardından hayvanına bindi. Yolda giderken, bir su birikintisi gördü. Hayvan durdu ve su içti. Adam hayvanına “hatırım için biraz daha iç” dedi ama hayvan içmedi. Bunun üzerine adam dedi ki: “Bu hayvan benden daha akıllı.” Yani hayvanlar içgüdülerinin onları yönlendirdiği kadar, sınırlı bir şekilde, çiftleşir, yer ve içerler. Bu da sadece onların maslahatı için, onların faydasınadır. Görüyoruz ki bir hayvan hastalandığı zaman kendi isteğiyle yeme içmeyi bırakır ve kendini Allah’ın onu yönlendirmesi ile zararsız otlarla beslenerek tedavi eder.
Yine bir adam hasta bir kediyi izliyordu. Kedi, nehrin kenarındaki otları yiyor ve şifa buluyordu. Yani hayvanlar her türlü güdü ve içgüdülerle donatılmışlardır ve bu içgüdüler sadece onların maslahatı için düzenlenmiş fıtrî davranışlardır.
2- Allah Teâlâ’nın İnsana İrade Ve Düşünme Gücü Vererek Onu Üstün Kılması:
İnsan, üstün kılınmış olan varlık türüdür: İnsan, psikologların temel ihtiyaçlar olarak isimlendirdiği içgüdülerden ibarettir. Yemeğe, içmeye, üreme, çoğalmaya ve harekete ihtiyaç duyar, en önemlisi de bu ihtiyaçlar bilinçlidir. Hareket ihtiyacının farkına ancak, hareketleri sınırlandığı zaman varabilir. Fakat insandaki bu ihtiyaç ve güdüler, fıtri olarak ayarlanmış değildir. Çünkü Allah Azze ve Celle, insanı değerli kılmış ve ona hür irade ve düşünme gücü vermiştir. Bu son derece hikmetli bir şekilde gerçekleşmektedir. Allah Teâlâ insandaki güdü, içgüdü ve meyilleri sınırlı değil açık bir şekilde yaratmıştır. Nitekim insan istediği zaman yer, yılın her döneminde cinsel ilişkiye girebilir yani bazı hayvanlar gibi değildir. Buradaki denetim ve düzen, onun kanaati ve tercihleri ile gerçekleşir. Ve şimdi insan olmanın tehlikeli boyutuna bakalım.
Allah Teâlâ İnsanı Arzularla İmtihan Eder Ve Ona, Şehvetini Kontrol Altına Alabilmesi İçin Yollar Sunar:
Hayvan, hayatını huzur, sükûnet ve esenlik içerisinde geçirir. Çünkü bütün hareketleri içgüdüseldir. Fakat insanın şehvetinin, arzularının ve içgüdülerinin sınırı yoktur. Ormanda yaşayan vahşi bir hayvan acıktığı zaman, avlanır, doyduğunu hissettiği zaman diğer hayvanlarla avlanmayı bırakır. Ama insan, mal istediği zaman sınır tanımaz. Cinsel istekleri arttığında, kendini mahveder ve şehvetlerine esir olur. Mal biriktirmeye olan sevgisi, ona sahip olma isteği ile insanların hayatını ele geçirir. Bu böyledir, çünkü insanın güdüleri fıtri olarak sınırlanmış, düzenlenmiş değildir. Fakat Allah Teâlâ ona, şehvetine sahip çıkabilmesi için kontrol araçları vermiştir. Bu kontrol araçları; sağlıklı düşünme ve tercih hürriyetidir. Bazı âlimler bunları hür irade olarak açıklamışlardır. İşte burada akaidin, sağlam inancın önemi meydana çıkıyor. Şöyle ki, kanaat veya anlayış ya da inanç, bu güç ve arzuların hareket ettiği yerdir. Fikirler sağlıklı olursa, gidilen yol da doğru olur, yanlış olursa götürdüğü yol da tabi ki yanlış olacaktır. İşte bu, durumu en güzel şekilde açıklamaktadır. O zaman sen kimsin? Sen düşüncelerinin toplamısın, eğer düşüncelerin doğruysa, mutlu bir hayat yaşar, ebedi saadete ulaşırsın.
İnsanda Kavramların Oluşması:
1- Çocuğun Somuttan Soyuta Geçişi
Küçük bir çocuk annesi ile ilişki kurar bu yüzden de küçüklüğünde gördüğü her hangi bir kadına ‘bu benim annemdir’ diyerek bakar. Bu ilk aşamadır. Bütün kadınlar onun annesidir ve bütün erkekler de babasıdır. Bundan sonra ikinci aşamaya geçer, bu aşamada da bütün erkekler amcası, bütün kadınlar da teyzesi olur. İşte bu aşamadan sonra da çocukta, annesi, teyzesi, halası ve komşusu haricinde kişi olarak kendine has özelikleri olan kadın kavramı oluşur. Bundan sonra kadın, onun zihninde bir kavramdır ve varlıkları ‘bu kadındır, bu adamdır, bu ağaçtır’ diye isimlendirerek belli yerlere oturtur. Bu aşamaya da çocuğun somuttan soyuta, bedensel varlıklardan kavramlara geçiş merhalesi denir.
2- Kavramların Oluşumu:
Olgunlaşmanın alametlerinden ilki, çocuğun kavramlarla ilişki kurmasıdır. Daha sonra ise çocukta, bileşik kavramlar oluşur. Mesela ‘Ateş yakar’. Bu kavram, çocuğun bunu, eli ile sobaya dokunduğunda, elinin yanması ile hissetmesi sonucunda oluşmuştur. Bundan sonra artık ateşin yaktığını bilir. Ateşi bir seferinde alev olarak görür, başka sefer köz olarak, bir diğer sefer de soba olarak görür ve ısı kavramını bunların hepsine taşıyabilir ve böylece zihninde artık ateş kavramının her şekilde de yaktığı bilgisi oluşur. Bu kavram onda derin tecrübeler ile açıklığa kavuşur. Artık ateş gördüğünde, ondan uzak durur. Neden uzak durur? Çünkü kafasında bileşik bir kavram vardır, o da ateşin yaktığıdır. Çocuğa ‘bu lezzetli yemek, zehirlidir’ dendiğinde, aç olsa bile onu yemez. Çünkü zihninde zehir kavramı mevcuttur ve zehir öldürür. Her birimizin zihninde milyonlarca kavram ve düşünce vardır, demir serttir, ateş yakar, akrep sokar, bu hayvan uysaldır gibi. Sonuçta bu kavramların hepsi, esasında duyulardır, sonra idrak ve bilinç olur, ardından kavramlaşırlar. Burada bilinç için en güzel tabir aslında akıldır. Nitekim Allah Teala şöyle buyurur:
أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَتَكُونَ لَهُمْ قُلُوبٌ يَعْقِلُونَ بِهَا أَوْ آذَانٌ ﴿
﴾ يَسْمَعُونَ بِهَا فَإِنَّهَا لَا تَعْمَى الْأَبْصَارُ وَلَكِن تَعْمَى الْقُلُوبُ الَّتِي فِي الصُّدُورِ
“Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, düşünecek kalpleri, işitecek kulakları olsun? (Dolaştılar, ama ibret almadılar). Çünkü gerçekte gözler değil, göğüslerdeki kalpler (kalp gözleri) kör olur.”
İnsandaki Kavramların Oluşum Aşamasına Örneklerle Şahit Olmak:
Bir buçuk yaşında, henüz annesini emen bir çocuğu bir yere götürsen ve önünden yılan geçse, çocuk onu görür, zihninde onun suretini kodlar fakat ondan korkmaz. Çünkü yılanın ne demek olduğunu bilmiyordur. Henüz yılan kavramı zihninde oluşmamıştır. Bir sonraki aşamada bunu bir yerden veya okuldan öğrenir ve artık bilir ki yılan bir sürüngen çeşididir. İyice öğrendikten sonra artık yılanı hayvanat bahçesinde veya bir cam fanusta gördüğü zaman, yılan kavramı hemen oturur ve derki yılan bir sürüngendir, ısırığı öldürücüdür. Bundan sonra yılan gördüğünde birden bağırır ve koşmaya başlar. Çünkü zihninde kavram iyice oturmuştur. Bu, insanın davranışını belirleyen bir kavramdır. Şimdi insanın zihninde yılan kavramı oluşmuşken, onu gördüğünde yerinde durabilir mi? Bu imkânsızdır, çünkü yılanın ne olduğu onun için gayet açıktır, bu hayvan can acıtan, ısırığı öldürücü olan bir varlıktır. Onu gördüğünde ya öldürür ya da kaçar. Fakat her durumda huzursuz olur. Bu huzursuzluğun sebebi de zihninde oluşmuş olan kavramdır.
Doğru Düşünce Kaynaklı, Doğru İnanca Sahip Mümin Ve Diğerleri Arasındaki Fark:
Faiz alıp veren bir kişi şöyle der: ‘Ben malı olduğu yerde aynı miktarda bırakmıyorum. Çünkü malın arttırılması gerekir (değer kaybetmemesi için). Borç olarak verdiğimde de faizi ile almalıyım.’ Bu düşünce o kişide oluşmuş faiz kavramından ileri gelmektedir. Mümin ise şöyle der: ‘Mal Allah’a aittir, ölüm var, ölümden sonra da hesap vardır. Orada ya ebedi saadete ulaşırım ya da ebedi bedbahtlığa.’ Böylece Allah’a itaat eder (faiz yemez). Bunun için sizi temin ederim, yeryüzündeki bir insan kendi yararına olsun veya olmasın iyi veya kötü bir davranışta bulunuyorsa, bu sadece o davranışın zihnindeki kavramlaştığı şekilden meydana gelmektedir. Eğer kavramları doğru oturtabilirsek, işte o zaman cennete de girebiliriz.
Ey insan, seni kavramlar harekete geçirir, bu kavramlara da biz akaid, inanç deriz. Kavram zihinde sağlamlaşır, derinleşir, görüş ve düşünceye benzer bir dereceye ulaşınca inanca dönüşür. Eğer inanç doğru olursa, amel de doğru olur. Amel de doğru olursa, insan dünya ve ahirette mutlu olur. Bu yüzden insan hayatındaki en önemli şey inançtır, akidedir. Faiz yiyen kişi veya istediğini yapmak için kendini hazırlayan ve başkalarının hakkını gasp eden kişi, hatalı kavramlaştırmadan dolayı böyle davranmaktadır. Bu kişi dalalette olan insan kavramına doğru süzülmektedir. Fakat yüce bir ilah olduğunu, her şeyin onun güç ve kudreti ile meydana geldiğini bilen, Allah’ın onu dünyada, ebedi hayatta mutlu olma maksadıyla yaşaması için yarattığını gören kişi, kendisine verilen nimetleri doğru kullanarak hayatına devam eder. O zaman Mümin ve mümin olmayan kişiler arasındaki tek fark, iman etmiş bir kişiden başkasının sahip olamayacağı doğru akide, doğru inançtır. Hatalı kavramlara ise ancak bir kâfir sahip olabilir.
İslam Akaidinin Başarı Kaynağı, Diğer Dinlerin Kaybettiği İnsan Gerçeğini İrdelemesidir:
Dinî akaid, inanç dersimizde, bizi harekete geçiren muharrikten, hareket ettirici güçten bahsettik. Aldatan insan, diğer insanların da aldattığı düşüncesinden yola çıkar. Yani ona göre herkes aldatır, aldatmak kabul edilebilir bir şeydir çünkü aldatmak topluma yayılmış bir şeydir ve aldatmadan iş yapmak çok zordur. Derler ki: ‘Aldatmak, zeki insana helaldir.’ Fakat insanın zihninde oturmuş bu kavramların hepsi yanlıştır, o, zandan ve hurafelerden ibarettir. Mümine gelince, o, yüce bir ilah olduğunu ve O’nun her şeyi tam olarak bildiği düşüncesindedir. Diğer varlıklarla kurduğu ilişkilerde O’nun emrine uyduğu zaman, Allah yaptığı işi, ailesini, yaşadığı hayatını, dünyasını, yaşlılığını, ölümünü cennette bereketlendirir. Yıkılmış bir adam görürsen, emin ol ki onun zihnindeki düşünceler yanlıştır. Doğru yolda ilerleyen birini bulduğun zaman da bil ki, onun akidesi sağlamdır. O zaman doğru istikamette olabilmenin kaynağı, doğru inançtır. İşte bu insan şu ayeti kerimeyi anlamış demektir:
وَقَرْنَ فِي بُيُوتِكُنَّ وَلَا تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ الْأُولَى وَأَقِمْنَ الصَّلَاةَ وَآتِينَ الزَّكَاةَ وَأَطِعْنَ ﴿
﴾ اللَّهَ وَرَسُولَهُ إِنَّمَا يُرِيدُ اللَّهُ لِيُذْهِبَ عَنكُمُ الرِّجْسَ أَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيرًا
“Evlerinizde oturun. Önceki cahiliye dönemi kadınlarının açılıp saçıldığı gibi siz de açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin. Allah’a ve Resulüne itaat edin. Ey Peygamberin ev halkı! Allah, sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.”
İnsanın Davranışı, İnanışına Göredir:
“Evlerinizde oturunuz.” Bu emir vakar sebebiyledir. Kadın takvalıdır, vakarlıdır. Bu yüzden de Allah Teâlâ Peygamber Efendimizin kızlarına evlerinden çıkmamayı emretmiştir. Buradan da akaidin önemi ortaya çıkmaktadır. Akide yani inanç, günlük hayatta gideceğimiz yolu belirler, sınırlı şeylerle yetindiğin, kanaat ettiğin zaman, bu doğru inancının bir sonucudur ve tabii ki bunun için çaba harcamak zaruri bir şeydir. Kişi dinlendiğinde, hep sağlıklı olacağını sanır ve bu yüzden hiç hareket etmez. Ve ansızın kalp veya damar hastalıklarına yakalanır.
Peki, ne zaman harekete geçer? İş işten geçtikten sonra. Fakat sağlık kavramının ne olduğunu iyice kavramış olan kişi kalp sağlığının, çaba sarf etmekten, hareketten, yürüyüşten, spordan, enerji harcamaktan geçtiğini bilir. Yani ancak sağlık kavramını iyi bilen kişi kalbini koruyabilir. “İnsanın en azılı düşmanı cehalettir.” Veyahut da kişi kavramları yanlış öğrenebilir. Bu yanlış kavrama durumu, sağlıkla veya sosyal ilişkiler ile ilgili olabilir. Mesela manav, para üstünü yanlışlıkla fazla olarak 25 lira alır ve müşteri de bir şey demezse, bu adam yaptığı işten dolayı kendini zeki zanneder. Fakat bir mümin böyle bir olaydan sonra arabasına binip 30 kilometre yol bile gitmiş olsa, geri döner ve kişiye hakkını verir. Öyle dindar müminler vardır ki, hiçbir hareketinden, hesabından, davranışından ve işlerinden gafil olmazlar, son derece uyanık davranırlar.
Örneğin, kişi uykunun şişmanlığa sebebiyet veren bir şey olduğunu bildiği halde dokuza kadar uyur, fakat müminin zihninde hayatın, günlerin sayılı ve sınırlı olduğu düşüncesi mevcuttur. Bu yüzden mesela sabah saatlerini günün diğer hiçbir vaktine değişmez. Ebu Hureyre (r.a.) Rasulullah (s.a.v.)’den şöyle naklediyor:
لَوْ يَعْلَمُ النَّاسُ مَا فِي النِّدَاءِ وَالصَّفِّ الأَوَّلِ ثُمَّ لَمْ يَجِدُوا إلا أَنْ يَسْتَهِمُوا عَلَيْهِ لاسْتَهَمُوا )
( وَلَوْ يَعْلَمُونَ مَا فِي التَّهْجِيرِ لاسْتَبَقُوا إِلَيْهِ وَلَوْ يَعْلَمُونَ مَا فِي الْعَتَمَةِ وَالصُّبْحِ لأَتَوْهُمَا وَلَوْ حَبْوًا
“İnsanlar ezan okumanın ve namazda ilk safta bulunmanın sevabını bilselerdi, sonra bunları yapabilmek için kur’a çekmek zorunda kalsalardı, mutlaka kur’a çekerlerdi. Namazı ilk vaktinde kılmanın sevabını bilselerdi bunun için yarışırlardı. Yatsı namazı ile sabah namazının faziletini bilselerdi, emekleyerek de olsa bu namazları cemaatle kılmaya gelirlerdi.”
Geç kalmasına rağmen yorganı üstünden atar ve yatağından kalkar yola koyulurdu. Nitekim Allah Teala buyuruyor ki:
﴾ تَتَجَافَى جُنُوبُهُمْ عَنِ الْمَضَاجِعِ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ خَوْفًا وَطَمَعًا وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ ﴿
“Onlar, korkarak ve ümid ederek Rablerine ibadet etmek için yataklarından kalkarlar. Kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden de Allah için harcarlar.”
Bir kişi eğer uykuyu seviyorsa, erken kalkan birini gördüğünde, onu delilikle itham eder. Fakat bu kişi sabah namazında Rabbi ile bağ kurmak, O’na ulaşmak istiyordur. Bu mübarek vakti en güzel şekilde kullanır. O da bu vakitte uyuyan insanların deli olduğunu düşünür. Bu saatte uyuyan kişi, namaz da kılamaz peki neden uyur? Zihnindeki yanlış kavramlaşmadan dolayı uyur. Peki, erken kalkan neden uyanır? Çünkü o, kavramı zihninde doğru oturtmuştur.
Sahip Olduğu İnanç Veya Kavram İle İnsanın Mutlu Veya Mutsuz Olmasının Sırrı:
O zaman, eğer aklımıza doğru kavramlardan başka şeyler sokmazsak, tüm problemlerimiz sona erer, her işimiz hallolur. Peki, kininden, öfkesinden neredeyse patlayacak hale gelen kişiyi böyle kahreden nedir? Yanlış düşüncelerdir. Bir tek Allah’a inanan bir Mümin, Allah ile beraber hiç bir şey düşünemez, bilir ki Allah’ın güç ve kudreti onun üzerindedir. Bir kişi ona vurduğunda düşünür ki Allah’ın eli bu elin üzerindedir ve bu hadise ancak Allah’ın izni ile gerçekleşmiştir, fakat O adildir, günah yine bunu yapan kişiye aittir. Mümin düşünür ve o hiç kimseye karşı öfke duymaz. Çünkü yakînen bilir ki, her şey olması gerektiği için oluyordur ve her şey ilahi adalete ve mutlak rahmete uygundur. Bu sunum ile isteğim, size doğru inancın kişiyi nasıl ebedi saadete götürebileceğini, yanlış inancın ise kişiye nasıl sıkıntılı bir hayat yaşatacağını göstermektir.
Yanlış Kavramların İnsanda Yanlış Fikirler Meydana Getirmesine Örneklerle Şahit Olmak:
Bir kişi derse ki, ‘Allah Azze ve Celle bana henüz hidayet vermedi, hidayet verdiğinde namaz kılarım’ bu çok tehlikeli bir inançtır. Allah Teâlâ sana doğru yolu göstermiştir, o zaman sana ancak bu hidayete icabet etmek düşer.
Derler ki: ‘İtaatkar insan, isyan eden kişinin bacakları arasında gider.’ Bu çok yanlış bir inançtır. Burada ayet der ki:
مَّنِ اهْتَدَى فَإِنَّمَا يَهْتَدي لِنَفْسِهِ وَمَن ضَلَّ فَإِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَا ﴿
﴾ وَلاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى وَمَا كُنَّا مُعَذِّبِينَ حَتَّى نَبْعَثَ رَسُولاً
“Kim doğru yolu bulmuşsa, ancak kendisi için bulmuştur; kim de sapıtmışsa kendi aleyhine sapıtmıştır. Hiçbir günahkâr, başka bir günahkârın günah yükünü yüklenmez. Biz, bir peygamber göndermedikçe azap edici değiliz.”
Yine derler ki: ‘Filanca Allah dostu, filanca kişiye baktı ve onun bu bakışı o kişiye hidayet oldu.’ Bu hikâye doğru değildir, tamamen yalandır. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurur:
﴾ إِنَّكَ لَا تَهْدِي مَنْ أَحْبَبْتَ وَلَكِنَّ اللَّهَ يَهْدِي مَن يَشَاء وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِين ﴿
“Şüphesiz sen sevdiğin kimseyi doğru yola iletemezsin. Fakat Allah, dilediği kimseyi doğru yola eriştirir. O, doğru yola gelecekleri daha iyi bilir.”
Bir kişi sana derse ki; ‘Birisi sana bir miktar ödemede bulunacak ama o seni gözetleyen bir düşmandır.’ Bu bomboş bir laftır. Çünkü Allah Tela şöyle buyurur:
قل لاَّ أَقُولُ لَكُمْ عِندِي خَزَآئِنُ اللّهِ وَلا أَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلا أَقُولُ لَكُمْ إِنِّي ﴿
﴾ مَلَكٌ إِنْ أَتَّبِعُ إِلاَّ مَا يُوحَى إِلَيَّ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الأَعْمَى وَالْبَصِيرُ أَفَلاَ تَتَفَكَّرُونَ
“De ki: “Ben size, ‘Allah’ın hazineleri benim yanımdadır’ demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size ‘Ben bir meleğim’ de demiyorum. Ben sadece, bana gönderilen vahye uyuyorum.” De ki: “Görmeyenle gören bir olur mu? Siz hiç düşünmez misiniz?”
Allah’tan başka hiç kimse gaybı bilemez. İnsan Kuran’ı okuduğu zaman bütün fikir ve düşünceleri düzelecektir.
Yine denir ki, ‘bu adam cinleri görür’ bu söz de yalandır. Çünkü Cenab-ı Hak buyurur ki:
يا بَنِي آدَمَ لاَ يَفْتِنَنَّكُمُ الشَّيْطَانُ كَمَا أَخْرَجَ أَبَوَيْكُم مِّنَ الْجَنَّةِ يَنزِعُ عَنْهُمَا لِبَاسَهُمَا ﴿
﴾ لِيُرِيَهُمَا سَوْءَاتِهِمَا إِنَّهُ يَرَاكُمْ هُوَ وَقَبِيلُهُ مِنْ حَيْثُ لاَ تَرَوْنَهُمْ إِنَّا جَعَلْنَا الشَّيَاطِينَ أَوْلِيَاء لِلَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ
“Ey Âdemoğulları! Avret yerlerini kendilerine açmak için, elbiselerini soyarak ana babanızı cennetten çıkardığı gibi, şeytan sizi de saptırmasın. Çünkü o ve kabilesi, onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz, şeytanları, iman etmeyenlerin dostları kılmışızdır.”
Konu burada kapanır. Cinler, biz onları göremesek de bizleri görürler. Bir kişi çıkıp da cinleri gördüğünü iddia ederse, o yalancıdır. Her bir ferdin doğru inancın ne olduğunu araştırması şarttır. Çünkü bu bilgi, dindir, dininizi kimden aldığınıza dikkat edin. Ki hadiste de bu şekilde geçmektedir:
( ابْنَ عُمَرَ دِينُكَ دِينُكَ ، إِنَّمَا هُوَ لَحْمُكَ وَدَمُكَ ، فَانْظُرْ عَمَّنْ تَأْخُذُ ، خُذْ عَنِ الَّذِينَ اسْتَقَامُوا ، وَلا تَأْخُذْ عَنِ الَّذِينَ مَالُوا )
“Ey İbn-i Ömer! Dinine iyi sarıl, dinine iyi sarıl! Zira o senin hem etin, hem kanındır. Dinini kimden öğrendiğine iyi dikkat et! Dini ilimleri ve hükümleri, istikamet ehli âlimlerden al, sağa-sola meyledenlerden alma.”
Doğru Akideyi, Doğru İnancı Kaybetmesi Sonucu Batının Yaşadığı Durum:
Bu yüzden bazı batı toplumları inanca zorunlu olarak ihtiyaç duyulduğunu anlarlar. Batılı insan inançsızdır. Onun gözünde helal ya da haramın bir değeri yoktur. Aklına estiği gibi yaşar, hiçbir sınır koymadan her türlü lezzeti tadar. Ama sınırlar kalktığında, insan yok olur. Bizzat lezzet kaynağı olan şey, acı kaynağına dönüşür. Gerçek şu ki, insan dizginsiz şehvetlerine, arzularına esir olduğunda, onun için yol, bedbahtlıkla sonuçlanır ve kendini amaçsız, önemsiz hisseder. Batılı bir alim, inanca muhtaç olduklarını idrak etmektedir. Zira onlarda bir barbarlık vardır, çünkü bir hedefleri yoktur. Orada bir kadın mesela beş çocuk dünyaya getirir ve her sene her birinden doğum gününü kutlamaları için tebrik kartı bekler. Çünkü o toplum, inançsız ve sonu harap olmuş bir toplumdur.
İnancın Kaynakları:
1- Duyu Organları:
Bizler duyularla algılanabilen bir dünyada yaşıyoruz. Göz ile güneşi görebiliyoruz, kulaklarla sesleri duyabiliyoruz, burun ile çiçeklerin kokusunu alabiliyoruz. Yani duyu organları senin dış dünya ile bağlantını kurmaktalar ve bu bağlantı devam eden bir iletişimdir. İşte bu hissetme ve idrak kavramlara, düşüncelere, kavramlar ise derinleştiklerinde inanca dönüşürler. İşte inancın ilk kaynağı bu duyu organlarıdır. Biz ateşin yaktığına, suyun aktığına inanırız. İnsanın bu günlük duyuları çerçevesinde tüm inancı birleşir ve toplanır. Fakat bu maddi (duyu organları ile algılanabilen) bir inançtır.
2- Aklî Delil:
Akıl yürütmek, eserden, o eserin kaynağına gidebilmenin yoludur. “Ayaklar yola, su kuyuya, deve dışkısı da deveye işaret eder. Burçlara sahip gökyüzü, vadileri üzerinde taşıyan yer yüzü hakim ve her şeyi bilen Allah Teala’ya işaret etmez mi?”‘Hangisi daha büyük, bu araç mı, yoksa bu mu?’ diye sorarsın. Sana der ki: ‘bu araç, çünkü o bedihidir yani ilk akla gelen bilgi türündendir.’ O zaman denir ki ‘ilk akla gelen bilgiler açıklıkları sebebiyle delile ihtiyaç duymazlar. Diğer yola gelince, o gabya iman yoludur. Allah Teala şöyle buyurur:
﴾ الم ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِّلْمُتَّقِينَ الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ ﴿
“Elif Lâm Mîm. Bu, kendisinde şüphe olmayan kitaptır. Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için yol göstericidir. Onlar gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiğimizden de Allah yolunda harcarlar.”
Bir vantilatörün dönmesinin kaynağının elektrik olduğunu yakînen bilirsin, vantilatör elektrik enerjisi ile çalışır yani delil, vantilatörün hareketidir. Burada doğruluğu 0 derecesine ulaşan bir delilin vardır. Elektrik enerjisinin diğer bir delili ise, ışıkların yanmasıdır. Yine bataryalı bir kayıt cihazı, elektrik olmadan çalışmayacağına göre, yine bir delil olabilir ve bu deliller kesin bilgiler verirler. Günlük hayatımızda akılla yakîn yani kesin bilgi seviyesine çıkacak çok şey mevcuttur. Dolayısıyla inancımıza da düşünerek, maddi dünyadan yola çıkarak ulaşabiliriz.
3- Gaybî Bilgilere Bağlı, Ulaşılması Sadık Haberle Mümkün Olan Şeyler:
Duyu organlarımızla veya maddi varlıklara bakarak algılayamadığımız gaybî şeylere gelince, onlar ancak sadık haber ile yani vahiy veya sahih hadislerle bilinebilirler. O zaman inancın ulaşabileceğimiz üç kanalı vardır:
1) Beş duyu organı, bunlarla meydana gelen kavramlar ve sonra oluşan inançlar.
2) Akli çıkarım yolu, bu yolun kuvveti ve doğruluğu duyu organlarından az değildir.
3) Kendisi veya etkileri de duyu organlarının ve aklın kavrayamayacağı şeylerin ise bilinmesi ancak sadık haber ile gerçekleşebilir.
Aklî çıkarım, duyu organları ile idrak ve sadık haberleri doğrulamak suretiyle kişide tüm kavramlar oluşur ve bu kavramlar tekrar, çalışma ve imtihanlar ile akideye, inanca dönüşürler. Nitekim Allah Teala buyurur ki:
أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَتَكُونَ لَهُمْ قُلُوبٌ يَعْقِلُونَ بِهَا أَوْ آذَانٌ يَسْمَعُونَ ﴿
﴾ بِهَا فَإِنَّهَا لَا تَعْمَى الْأَبْصَارُ وَلَكِن تَعْمَى الْقُلُوبُ الَّتِي فِي الصُّدُورِ
“Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, düşünecek kalpleri, işitecek kulakları olsun? (Dolaştılar, ama ibret almadılar). Çünkü gerçekte gözler değil, göğüslerdeki kalpler (kalp gözleri) kör olur.”
İnsan Zihninde Düşünme İşleminin Görüntüsü:
Eşyanın suretini, dış görüntüsünü göz ile algılarsın, ama idrak yani anlama, düşünme ile gerçekleşir. Mesela yılanın dış görünüşünü biliriz, bir kere ısırdığı zaman, bu olayı tecrübe etmiş olursun ve o zaman tehlikesini akledersin. Yani duyular görüntüden ibarettir, idrak ve kavrama ise düşünmekten ileri gelir. Akıl ise deneyim veya görüştür. O, bilginin çeşitlerinden biridir, tabir doğru olduğunda şüpheye yer vermez. Bir şey duyularda kaldığı zaman, mesela sadece göz görür. Ama duyu ile algılanıp beyne ulaştığında anlaşılmaya başlanır. Göz görür, beyin kavrar ve kalp akleder, ilişki kurar. Bir şey kalbe ulaştığında ise, bu marifetin yani bilginin en yüksek derecesidir. Bazen de fikirlerin toplanmasıyla bu olay meydana gelmektedir.
Bilginin Mertebeleri:
İnanç, üç dereceyle sınıflandırılabilir:
1. Yakîn (Kesin inanç) mertebesi.
2. Zan mertebesi.
3. Şüphe mertebesi.
Şüphe edilen şeyler bulunduğunda, zannın güçlü olması durumunda bu şüpheli şeyler doğru sayılırlar. Yakînen bilinen şeyler ise katîdir. Ki Rabbimiz mesela şöyle buyurur:
حُرِّمَتْ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةُ وَالْدَّمُ وَلَحْمُ الْخِنْزِيرِ وَمَا أُهِلَّ لِغَيْرِ اللّهِ بِهِ وَالْمُنْخَنِقَةُ وَالْمَوْقُوذَةُ وَالْمُتَرَدِّيَةُ وَالنَّطِيحَةُ﴿
وَمَا أَكَلَ السَّبُعُ إِلاَّ مَا ذَكَّيْتُمْ وَمَا ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ وَأَن تَسْتَقْسِمُواْ بِالأَزْلاَمِ ذَلِكُمْ فِسْقٌ الْيَوْمَ يَئِسَ الَّذِينَ
كَفَرُواْ مِن دِينِكُمْ فَلاَ تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِ الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمُ
﴾الإِسْلاَمَ دِينًا فَمَنِ اضْطُرَّ فِي مَخْمَصَةٍ غَيْرَ مُتَجَانِفٍ لِّإِثْمٍ فَإِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
“Ölmüş hayvan, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına boğazlanan, (henüz canı çıkmamış iken) kestikleriniz hariç; boğulmuş, darbe sonucu ölmüş, yüksekten düşerek ölmüş, boynuzlanarak ölmüş ve yırtıcı hayvan tarafından parçalanmış hayvanlar ile dikili taşlar üzerinde boğazlanan hayvanlar, bir de fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı. İşte bütün bunlar fısk (Allah’a itaatten kopmak)tır. Bugün kâfirler dininizden (onu yok etmekten) ümitlerini kestiler. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim. Kim şiddetli açlık durumunda zorda kalır, günaha meyletmeksizin (haram etlerden) yerse, şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.”
Burada apaçık, rahatça anlaşılabilen bir ayet vardır ve inkarı mümkün değildir, işte bu bilgi yakîndir. Bir de fıkıhta bazı konular vardır. Mesela doğum kontrolü caiz midir, değil midir? Burada alimler belirli bir ayetten hüküm çıkarmaya çalışırlar, ardından reddeder, caiz değildir derler. Burada ise konu katî, kesin bir şekle henüz gelememiştir. Yine birisi cin ile ilgili bir hikaye anlatsa ve sana ‘bu kelimeyi yaz, onu bir su bardağına koy ve iç, o zaman hemen yazılanı anlayacaksın’ dese bunun hurafe olduğunu tam olarak anlayabilirsin. Ve yine birisi kendi başına fizik kitabını anlayabilmek için bir örtü alıp taşısa aynı şekilde bunu da kavrayabilirsin. Yani bazı şeyler hurafe boyutundadır, bazı şeyler kabul edilmesi mümkün olan düşünce boyutundadır ve bazıları ise kesin bilgi seviyesindedir.
Gelecek ders Allah’ın izniyle, akaid dersine aynı şekilde devam edeceğiz ve bir haber nasıl doğru olur? Doğruluğunun ölçüsü denir? Gibi soruları konuşacağız. Belki de inancımızın büyük bir kısmını Allah Azze ve Celle’nin kitabında bildirdikleri ile Rasulullah (s.a.v.)’in bize haber verdikleri bilgilerden inşa edeceğiz. Akaidde tahkiki (gerçekleşen) bölüm ve tasdiki (doğrulanan) bölüm vardır. Tahkiki yalan haberleri, bizzat gerçekleşmesi ile reddetmektir:
﴾ إِنَّ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَاخْتِلاَفِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ ﴿
“Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde (deliller vardır)…”
Tefekkür, emin olmak ve iman etmektir.